| 
 
BİR MATEMATİK ÖĞRETMENİ GALİLEO GALİLEİ, KOPERNİK’İN YENİ DÜNYA SİSTEMİNİ 
        KANITLAMAK İSTİYOR. 
      1609 yılında, Padova’da  
        Bilim alevi parladı küçük bir odada 
        Şunu söyledi Galileo Galilei 
        Güneş duruyor olduğu yerde  
        Dünya dönüyor çevresinde 
      PADOVA’DA 
        GALİLEO’NUN YOKSUL ÇALIŞMA ODASI 
      (Sabah. Ev işlerine 
        bakan kadının oğlu Andrea bir bardak sütle çörek getirir. Galileo, keyifli, 
        giyinmektedir.) 
      GALİLEO : Masanın üstüne 
        koy sütü; kitaplara dokunma sakın. 
        ANDREA : Sütçü parasını istiyormuş, annem dedi, vermezsek bir daha uğramayacakmış. 
        GALİLEO : (Ptoleme sisteminin bir maketini gösterir.) Bak ne var orda? 
        ANDREA : Nedir bu? 
        GALİLEO : Eskilere göre gök yüzünün haritası. Dünyanın çevresinde yıldızların 
        nasıl döndüğünü gösteriyor. 
        ANDREA : Nasıl? 
        GALİLEO : İnceleyelim bakalım. Ne görüyorsun? 
        ANDREA : Çemberler var, bir sürü. 
        GALİLEO : Kaç tane? 
        ANDREA : Sekiz. 
        GALİLEO : Tamam. Başka? 
        ANDREA : Çemberin üstünde ufak toplar var. Bilye gibi. 
        GALİLEO : Yıldızlar. 
        ANDREA : Yazılar var. 
        GALİLEO : Ne gibi? 
        ANDREA : Yıldız adları. 
        GALİLEO : Oku bakalım. 
        ANDREA : Burada “Güneş” yazıyor. İçerdeki çemberde “Ay”. 
        GALİLEO : O çemberler saydam, kristal küreleri gösteriyor 
        ANDREA : Nasıl? 
        GALİLEO : İç içe çok büyük sabun köpükleri düşün. Yıldızlar bu cam kürelere 
        tutturulmuş. Şimdi yürüt bakalım güneşi. 
        ANDREA : (Yürütür) Ne güzel! 
        GALİLEO : Tam oradaki topu görüyor musun? 
        ANDREA : Evet. 
        GALİLEO : O da dünya işte. İki bin yıldır insanlar, güneşin ve bütün yıldızların 
        dünyanın çevresinde dödüğüne inanmışlar. Papa, kandinaller, prensler, 
        bilginler, kaptanlar, tüccarlar, balıkçılar, öğrenciler hep buna inanmışlar. 
        Yıldızlar çevremizde dönüp duruyor, bizler de bu cam yuvarlaklar içinde 
        kımıldamadan oturuyormuşuz. 
        ANDREA : Sıkışıp kalmışız. 
        GALİLEO : Hah! 
        ANDREA : Kafeste gibi. 
        GALİLEO : Bana da öyle gelmişti bunu ilk gördüğümde. Ama şimdi çıkıyoruz 
        bu delikten Andrea. Büyük bir hızla çıkıyoruz hem de. Geçti artık. Yeni 
        bir çağ başlıyor. Yüz yıldır bir şeyler bekliyor gibiydi insanlık. “Böyle 
        gelmiş ama, böyle gitmez” deniyor şimdi. 
        Bence gemilerle başladı bu iş. Öteden beri insanlar hep kıyı kıyı gitmişler, 
        derken bir gün, veryansın etmişler, bırakıp kıyıları açılmışlar büyük 
        denizlere. 
        Sonra bir haber yayılmış eski dünyamıza: Yeni dünyalar bulundu. Şimdi 
        gülüyoruz, “korktuğumuz okyanus küçücük bir gölmüş meğer,” diyoruz. Her 
        şeyin nedenini öğrenmek istiyoruz. Attığın taş neden yere düşer, bilmek 
        istiyoruz. Gün geçmiyor ki yeni bir şeyler bulunmasın. Siena’da görmüştüm 
        bir gün -çok gençtim daha- yapı ustaları tartışıyorlardı. Koca bir granit 
        parçasını kaldırmaları gerekiyordu. Zorlanıyorlardı. İçlerinden biri işi 
        kolaylaştırmak için makaralarla iplerin değişik bir biçimde düzenlenmesini 
        öneriyordu. Beş dakika tartıştılar ve hemen oracıkta bin yıldır kullanılan 
        yöntemi bırakıp yenisine geçtiler. Yeni bir çağa girdiğimizi ilk o zaman 
        anladım işte. -Eski kitaplarda yazılanlar yetmiyor artık. Bin yıldır tahtında 
        oturan inanç yerini kuşkuya bıraktı şimdi. “Güzel” diyoruz, kitaplar öyle 
        yazıyor ama, bir de biz görelim. Bakalım yazılanlar doğru mu? 
        Bir yal üfürdü Andrea. Prenlerin, din adamlarının altın işlemeli ataklari 
        havalsandı. Tombul bacaklar sıska bacaklar çıktı ortaya, tıpkı bizim bacaklarımız 
        gibi. 
        Görürsün bak, çok yakında gökbilim çarşıda pazarda tartışılacak. Balıkçıların 
        çocukları okula gidecek. Düşmesin diye yıldızlar yuvarlaklara çakılıymış, 
        öyle mi? Yüreklilik gösterip boşluğa salıveriyoruz artık onları, hiçbir 
        şeye tutunmadan almış başlarını gidiyorlar. Yeryüzü de sevinçle dönüyor 
        güneşin çevresinde. Balıkçılar, tüccarlar, presler, kardinaller de birlikte. 
        Papa bile. 
        ANDREA : Bu dönme işine aklım ermiyor. 
        GALİLEO : Dün anlatmıştım sana. 
        ANDREA : Evet, ama, çok zor. Ben daha ekimde onbirime basacağım, nasıl 
        anlarım? 
        GALİLEO : Ben özellikle senin anlamanı istiyorum. Senin gibilerin de anlayabilmesi 
        için çalışıyorum. Onun için alıyorum bu pahalı, kitapları. Sütçünün parasını 
        verirdim yoksa. 
        ANDREA : Gözlerime mi inanayım, size mi? Güneş akşamları başka yerde, 
        sabah başka. Yer değiştirdiğini görüyorum.  
        GALİLEO : Görüyormuş. Hiçbir şey gördüğün yok. Alık alık bakıyorsun o 
        kadar. Görmek denmez ona. Bak, bu güneş. Otur. (Andrea oturur. Galileo 
        arkasına geçer.) Nerde güneş, sağda mı, solda mı? 
        ANDREA : Solda. 
        GALİLEO : Nasıl geçer sağa. 
        ANDREA : Siz götürürseniz. 
        GALİLEO : Başka yolu yok mu? (İskemleyle birlikte Andrea’yı 180 derece 
        döndürür.) Nerde şimdi güneş? 
        ANDREA : Sağda. 
        GALİLEO : Kımıldadı mı yerinden? 
        ANDREA : Kımıldamadı. 
        GALİLEO : Ne kımıldadı öyleyse? 
        ANDREA : Ben. 
        GALİLEO : (Bağırır.) Sen değil, alık! İskemle! 
        ANDREA : Ama ben de üstündeydim. 
        GALİLEO : Elbette. İskemle dünyamız. Sen de üstündesin. (Andrea’nın annesi 
        Bayan Sarti içeri girmiştir.) 
        Bn. SARTİ : Ne yapıyorsunuz Bay Galilei? 
        ANDREA : Bırak anne, sen anlamazsın. 
        Bn. SARTİ : Ben anlamam da sen anlarsın öyle mi? İyi giyimli genç bir 
        bey geldi, ders almak istiyormuş. Bir de mektup getirmiş. (Mektubu verir. 
        Galileo’nun yatağını yapar.) Sonunda iki kere iki beş eder diyecek. O 
        hale getirdiniz. Dün gece kalkmış neler anlatıyor bana. Güneş olduğu yerde 
        duruyormuş da, dünya çevresinde dönüyormuş. 
        ANDREA : Yalan mı Bay Galilei? 
        Bn. SARTİ : Neler öğretiyorsunuz kuzum bu çocuğa? Okulda bunları gevelesin 
        de papazlarla başım derde mi girsin? Bu mudur istediğiniz? 
        GALİLEO : (Kahvaltı etmektedir.) Uzun araştırmalar ve yoğun çalışmalar 
        sonunda, Andrea’yla birlikte artık gizliyemeyeceğimiz gerçeklere vardık 
        Bayan Sarti. Bütün dünya bilmeli bulduklarımızı. Yeni bir çağ başladı. 
        Bu çağda yaşamak sevinç verecek insana. 
        Bn. SARTİ : İyi. Bakalım bu yeni çağda sütçünün borcunu ödeyebilecek miyiz? 
        (Mektubu göstererek.) Sizden rica ediyorum, bu geleni de geri çavirmeyin 
        n’olur. Benim aklım sütçünün parasında. (Gider.) 
        GALİLEO : (Andrea’ya.) Demek dün konuşulanlardan aklımızda biraz bir şeyler 
        kalmış, ha? (Varlıklı genç bir adam, Ludovico Marsili girer.) 
        GALİLEO : Yolgeçen hanına döndü burası. 
        LUDOVİCO : Günaydın efendim. Adım Ludovico Marsili. 
        GALİLEO : (Mektubu okuyarak) Hollanda’dan geliyormuşsunuz? 
        LUDOVİCO : Evet efendim. Adınızı çok işittim oralarda. 
        GALİLEO : Ailenizin Campagna’da çiftlikleri, bağları, bahçeleri varmış... 
        LUDOVİCO : Annem yurt dışına gönderdi beni. çık gez biraz, dolaş dünyayı 
        ne var ne yok bir gör bakalım, dedi. 
        GALİLEO : Hollanda'da öğrendiğinize göre İtalya'da ben mi varmışım?  
        LUDOVİCO : Annem, bilim dünyasındaki gelişmelerle de ilgilenmemi istediğinden... 
        GALİLEO : Özel ders için ayda on duka alırım. 
        LUDOVİCO : Peki efendim. 
        GALİLEO : Hangi konuya ilgi duyuyorsunuz? 
        LUDOVİCO : Atlara. 
        GALİLEO : Yaaa! 
        LUDOVİCO : Bilime pek yatkın değil kafam. 
        GALİLEO : Öyleyse onbeş duka. 
        LUDOVİCO : Peki efendim. 
        GALİLEO : Sabahları erken gelirsiniz. Bu işten sen zararlı çıkıyorsun 
        Andrea. Senin dersler bitti böylece. Ne yapalım? Sen para ödemiyorsun. 
        ANDREA : Evet. (Çıkar.) 
        LUDOVİCO : Bana karşı biraz sabırlı olmanız gerekecek. Çünkü bilimde işler 
        pek mantıkla yürümüyor. Anlaması güç. Amsderdam’da satılan o acayip boruyu 
        ele alalım söz gelişi. Yakında inceledim yeşil deriyle kaplı bir boru. 
        İçinde de iki mercek. Biri böyle (İçbükey işareti), biri böyle (dışbükey 
        işareti). Biri büyültüyor, öteki küçültüyormuş. Yani şimdi aklı başında 
        olan kime sorsanız, “bunlar birbirinin etkisini ortadan kaldırır” diyecektir, 
        değil mi? Hayır efendim, borudan bir bakıyorsunuz her şey beş kat büyük 
        görünüyor. Buyrun bakalım. İşte bilim. 
        GALİLEO : Neymiş o, beş kat büyük görünen? 
        LUDOVİCO : Kilise kulesi, kuşlar, uzakta ne varsa. 
        GALİLEO : Siz de bakıp gördünüz mü? 
        LUDOVİCO : Gördüm ya. 
        GALİLEO : Borunun iki merceği var dediniz değil mi? (Kağıda çizer.) Böyle 
        mi? (Ludovico başıyla evet der.) Ne zaman bulunmuş bu? 
        LUDOVİCO : Ben oradan ayrılmadan az önce bulunmuştur sanırım, piyasaya 
        yeni çıkmıştı.  
        GALİLEO : (Nerdeyse dostça) Fizik öğrenip kafanızı karıştıracaksınız da 
        ne olacak? At yetiştirirsiniz daha iyi değil mi? (Bayan Sarti girer. Galileo 
        onu görmez.) 
        LUDOVİCO : Annem kafasına takmış bir kez, bilimsiz olmaz, diyor. İçki 
        sofrasında bile bilimden söz etmek gerekiyormuş günümüzde. 
        GALİLEO : Latince ya da Tanrıbilim öğrenseydiniz bari, daha kolaydır. 
        (Bayan Sarti’yi görür.) Peki, Salı sabahı gelin. (Ludovico çıkar.) Bakma 
        öyle. Anlaştık işte. Salıya başlıyoruz. 
        Bn. SARTİ : Tam zamanında gördün beni de ondan. Üniversiteden Bay Priuli 
        geldi. dışarda bekliyor. 
        GALİLEO : Gelsin, gelsin. Priuli önemli. İşin ucunda beş yüz duka var. 
        Belki de özel derslere gerek kalmaz. (Bayan Sarti, üniversitenin parasal 
        işlerinden sorumlu yöneticisi Bay Priuli’yi içeri alır. Galileo bu arada 
        bir kağıdın üstüne bir takım sayılar yazar.) 
        PRİULİ : Günaydın. 
        GALİLEO : Yarım duka verin bana. Borç. (Adamın kesesinden çıkarıp verdiği 
        parayı Galileo Bayan Sarti’ye uzatır.) Bayan Sarti, Andrea’yı gözlükçüye 
        gönderin, iki mercek alsın, ölçüleri yazılı burada. (Bayan Sarti çıkar.) 
        PRİULİ : Aylığınızın bin dukaya çıkarılmasını istemişsiniz. Onun için 
        geldim. Yazık ki dilekçenizi yönetim kuruluna iletemeyeceğim. Biliyorsunuz 
        matematik dersleri üniversitemize para getirmiyor. 
        GALİLEO : (Kâğıtların üzerine eğilmiştir.) Ben de beşyüz dukayla geçinemiyorum. 
        PRİULİ : Haftada ikişer saatten dört saat dersiniz var bizde. Bunun dışında 
        özel öğrencilerinizden dilediğiniz kadar para kazanabilirsiniz. 
        GALİLEO : Ben ne zaman çalışacağım peki? Araştırmalarıma nasıl vakit ayıracağım? 
        Seçtiğim bilim dalında yeni ve önemli gelişmeler bekleniyor. Bu yüzden 
        de çok çalışmak, öğrenmek, araştırmak gerekiyor. Buna karşılık biz ne 
        yapıyoruz? Aç kalmayalım diye karşımıza çıkan her paralı budalanın kafasına, 
        paralel çizgilerin sonsuzda kesiştiğini sokalım diye didinip duruyoruz. 
        PRİULİ : Cumhuriyetimiz, kimi prenslerden daha az para veriyor olsa bile, 
        unutmayın, araştırmalarınız için özerklik sağlıyor size. Venedik Cumhuriyeti’nde 
        Engizisyon’un sözü geçmez deniyor. Az şey değil bu, Bay Galilei. 
        GALİLEO : Başka yerlerde Engizisyon var, yakalar adamı diyerek, ucuza 
        öğretmen çalıştırmanın yolunu bulmuşsunuz. İyi doğrusu. 
        PRİULİ : Yoo. Haksızlık ediyorsunuz. Özgürlük... 
        GALİLEO : Peki söyler misiniz, ne işe yarıyor bu özgürlük? Araştırma yapmak 
        için özgür zaman sağlamıyorsa ne yapayım ben o özgürlüğü? “Cisimlerin 
        Düşüş Yasası”yla ilgili çalışmamı (bir tomar kâğıt gösterir) bir gösterim 
        bakalım yönetim kuruluna, fazladan birkaç duka etmez mi? 
        PRİULİ : Birkaç dukadan çok fazla eder. 
        GALİLEO : Çok fazlasını boş verin, beşyüz duka yeter. 
        PRİULİ : Paraya vurulacak olursa, bir şeyin değeri, getireceği parayla 
        ölçülür. Para kazanmak istiyorsanız karşılığında başka şeyler üretmeniz 
        gerekir. 
        GALİLEO : Anlıyorum. Serbest araştırma ve serbest piyasa. Kısaca serbest 
        araştırma piyasası yani. 
        PRİULİ : Neden o ünlü hesap cetvelinize benzer bir şeyler bulup çıkarmıyorsunuz 
        ortaya? Hiç matematik bilmeyenler bile karekökü bulabiliyor, faiz hesapları 
        yapabiliyordu cetvelinizle. 
        GALİLEO : Çocuk oyuncağı. 
        PRİULİ : Ticaret odasının çok hoşuna gitmiş, çok da para getirmişti büyüklerimize. 
        Niçin çocuk oyuncağı diyorsunuz? Ticareti küçümsemeyin Bay Galilei.  
        GALİLEO : Priuli, durun bakayım, işinize yarayacak bir şeyim olacak sanıyorum. 
        (Çizdiği kâğıdı alır eline.) 
        PRİULİ : Öyle mi? O zaman her şey yoluna girecek demektir. (Kalkar) Büyük 
        bir adam olduğunuzu biliyoruz Bay Galilei. Büyük ama kolay hoşnut olmayan 
        birisiniz. 
        GALİLEO : Evet. Biraz aklınız olsa böyle olduğum için para verirdiniz 
        bana. Kendimden hoşnut olmadığım için, yaptıklarımla yetinmediğim için. 
        Kırk altı yaşıma geldim, istediğim hiçbir şeyi gerçekleştiremedim daha. 
        PRİULİ : Öyleyse işinizden daha fazla alıkoymayayım sizi. 
        GALİLEO : Güle güle. (Priuli çıkar. Galileo çalışmaya başlar. Andrea koşarak 
        gelir.) 
        GALİLEO : Mercekleri aldın mı? 
        ANDREA : Para yetmedi. Ceketimi bıraktım. 
        GALİLEO : Kış kıyamette ne yaparsın ceketsiz? (Çalışır.) Bir şey söyleyeceğim 
        sana Andrea. Düşüncelerimizden sakın kimseye sözetme. 
        ANDREA : Neden? 
        GALİLEO : Yasakladılar. 
        ANDREA : Ama gerçek madem. 
        GALİLEO : Ama yasak. Bir de şu var: Biz fizikçiler doğru bildiklerimizidaha 
        kanıtlayamıyoruz. Büyük Kopernik’in sistemi bile bugün için yalnızca bir 
        varsayım. 
        ANDREA : Varsayım ne demek? 
        GALİLEO : Varsayım, varsayılandır. Kanıtlanmamıştır.  
        ANDREA : Siz bana her şeyi kanıtladınız ama. 
        GALİLEO : Sadece öyle olabileceğini gösterdim. 
        ANDREA : Ben de fizikçi olmak istiyorum Bay Galilei. 
        GALİLEO : İstesin elbet. Karşılık bekleyen öyle çok soru var ki bu alanda. 
        (Pencereye gidip merceklerden bakar. Pek önemsemeden.) Gel Andrea, bak 
        bakalım şuradan. 
        ANDREA : Vay canına! Kulenin çanları burnumun dibine geldi. Yazısı bile 
        okunuyor. 
        GALİLEO : Beş yüz duka sağlayacak bu bize. 
      II 
      GALİLEO 
        VENEDİK CUMHURİYETİ’NE YENİ BULUŞUNU SUNUYOR. 
      Galileo’da da kusur çok 
        İyi yemek ister canı lop lop 
        Dinleyin bir kez: ama kızmaca yok 
        Nedir, ne değildir şu teleskop. 
        
      VENEDİK 
        LİMANINDA BÜYÜK TERSHANE 
      (Bir yanda Venedik kentinin 
        ileri gelenleri, senatörler. Öte yanda Galileo’nun arkadaşı Sagredo ile 
        Galileo’nun onbeş yaşındaki kızı Virginia. Elinde kadife bir yastık, üstünde 
        altmış santim uzunluğunda kırmızı deriyle kaplı teleskop. Galileo kürsüdedir. 
        Arkasında teleskopun ayaklığı. Yanı başında mercek ustası Federzoni.) 
      GALİLEO : Venedik kentinin 
        saygıdeğer büyükleri! Senatörler: Padova Üniversitenizde matematik öğretmeni 
        ve Venedik Tersanesi’nin yönetmeni olarak, bugüne değin, öğretmenliğin 
        yanı sıra, yararlı buluşlarımla Venedik Cumhuriyeti’ne parasal çıkar sağlamayı 
        da kendime görev bildim. Bugün yepyeni bir buluşumu sunmak üzere derin 
        saygıyla çıkıyorum karşınıza. Dürbün, ya da teleskop adını verebileceğimiz 
        bu araç, bilimsel ve dinsel yüce ilkelerin ışığı altında, dünyaca ünlü 
        büyük tersanenizde, yılmadan, usanmadan sürdürülen on yedi yıllık çalışma 
        sonucu gerçekleştirilmiştir.(Kürsüden iner, Sagredo’nun yanına gelir. 
        Alkışlara eğilerek selam verir.) 
        GALİLEO : (Usulca Sagredo’ya.) Boşa ne çok zaman harcıyoruz. 
        SAGREDO : (Usulca) Kasabın borcunu ödeyebileceksin, dostum. 
        GALİLEO : Öyle. İyi para getirecek bunlara. (Alkışlara eğilir, selam verir.) 
        PRİULİ : Saygıdeğer Senatörler! Sanat alanında, bu yeni buluşumla Venedik 
        kenti gene parlak bir sayfanın altına imzasını atmış bulunuyor. (Hafif 
        alkış) Bugün dünyaca ünlü bir bilgin, büyük gelir sağlayabilecek buluşunu, 
        dilediğiniz gibi üretip satmak üzere size, yalnız size sunuyor (daha güçlü 
        alkış). Üstelik, düşmanlarımızda olmayan bu araç savaşta da ayrıcalık 
        sağlayacak bize, düşman gemilerini, onların bizi görmesinden en az iki 
        saat önce görüp önlem alabileceğiz (çok şiddetli alkış). Sayın senatörler, 
        Bay Galilei, güzel kızının eliyle sunduğu buluşunu lütfen kabul buyurmanızı 
        diliyor. 
      (Müzik başlar. Virginia 
        önce çıkar, eğilir, teleskopu Priuli’ye uzanır, Priuli de Federzoni’ye 
        verir. Federzoni teleskopu ayaklığın üstüne yerleştirir. Senatörler teleskoptan 
        bakmaya başlarlar.) 
      1. SENATÖR : İnanılır gibi 
        değil! Santa Rosita’nın surları bile görünüyor. 
        GALİLEO : (Usulca) Kârlı bir oyuncak bulduk diye seviniyorlar ya, onun 
        çok ötesinde bir şey bu. 
        SAGREDO : Ne gördün? 
        GALİLEO : Ayın kendi ışığı yok. 
        SAGREDO : Ne? 
        2. SENATÖR : Gemide balık yiyorlar. Ağzım sulandı. 
        GALİLEO : Şöyle bir araç olsaydı bin yıldır yerinde saymazdı gök bilimi. 
        3. SENATÖR : Tanesi on dukadan rahatça satılır bunlar Bay Galilei. (Galileo 
        eğilir selamlar.) 
        4. SENATÖR : Rezalet! Hanıma söylemeli. Bundan böyle balkonda güneşlenmek 
        yok. 
        VİRGİNİA : (Ludovico’yu Babasının yanına getirir.) Baba, Ludovico kutlamak 
        istiyor seni. 
        LUDOVİCO : (Utanmış) Sizi kutlarım efendim.  
        GALİLEO : Biraz geliştirdim.  
        LUDOVİCO : Evet efendim. Kılıfını kırmızı yapmışsınız. Hollanda'daki yeşildi. 
        GALİLEO : (Sagredo'ya) Samanyolu'nun nelerden oluştuğunu biliyor musunuz? 
        SAGREDO : Yoo. 
        GALİLEO : Ben biliyorum. 
        PRİULİ : (Galileo'nun yanına yaklaşır.) Eh. Beş yüz dukayı cebinizde bilin 
        Bay Galilei. 
        SAGREDO : (Yaklaşır) Bilginlerinize biraz para verebilmek için böyle bahaneler 
        yaratmak zorundasınız. Ne yazık! 
        PRİULİ : Böylece yaratıcı güçlerini kamçılamış oluyoruz, değil mi efendim? 
        (Senatörler Galileo'nun çevresini sararak, kutlarlar.) 
        VİRGİNİA : (Ludovico'ya) Nasıldım? Yüzüme gözüme bulaştırmadım ya? 
        LUDOVİCO : Yok canım. 
        VİRGİNİA : Nen var? 
        LUDOVİCO : Yok bir şey. Kılıfı yeşil olsaydı ne farkederdi, onu düşünüyorum. 
        VİRGİNİA : Babamdan herkes pek hoşnut galiba. 
        LUDOVİCO : Ben de bilimin ne olduğunu biraz biraz anlamaya başladım galiba. 
      III 
      10 
        OCAK 1610 : GALİLEO, 
        TELESKOPLA GÖKTE KOPERNİK SİSTEMİNİ 
        KANITLAYAN OLAYLAR GÖRÜR. 
        ARKADAŞI, BUNUN DOĞURACAĞI KÖTÜ 
        SONUÇLARI ÖNE SÜREREK GALİLEO’YU UYARIR. 
        GALİLEO İNSAN AKLINA OLAN İNANCINI 
        BELİRTİR. 
      Bin altı yüz on yılının Ocak 
        günü 
        Galileo Galilei gökyüzünün kubbesiz olduğunu gördü. 
      GALİLEO’NUN 
        PADOVA’DAKİ ÇALIŞMA ODASI 
      (Gece, Galileo’yla Sagredo, 
        kalın paltolara sarılmış, teleskopun önünde oturmaktadırlar.) 
      SAGREDO : (Teleskoptan bakarak, 
        alçak sesle) Ayın aydınlık bölümü ile karanlık bölümü arasındaki çizgi 
        düz değil, girintili çıkıntılı. Küçük küçük ışıklı benekler giderek genişliyor 
        ve aydınlık bölümle birleşiyor. 
        GALİLEO : O ışıklı benekler nedir dersin? 
        SAGREDO : Olamaz ki... 
        GALİLEO : Olur dostum. Dağ onlar. 
        SAGREDO : Bir yıldızın üstünde dağ olur mu? 
        GALİLEO : Yüce yüce dağlar. Parlayan benekler, doğan güneşin ilk ışıklarını 
        alan tepeler. Yamaçlar karanlık daha. Ayda gördüğün ışık dağların doruklarından 
        vadilere inen güneş ışığı. 
        SAGREDO : Ama iki bin yıllık gökbilimin tümüne ters düşüyor bu. 
        GALİLEO : Öyle. Şu gördüğünü benden başkası kimse görmedi bugüne değin. 
        İkinci gören sensin. 
        SAGREDO : Ay, dağlarla, vadilerle kaplı bir yıldız olamaz ki. Dünyamızın 
        da bir yıldız olamayacağı gibi. 
        GALİLEO : Ay dağlarla, vadilerle kaplı bir dünya olabilir. Dünyamız da 
        bir yıldız olabilir. Gökyüzündeki binlerce yıldızdan biri. Biz ayı nasıl 
        görüyorsak, ay da bizi öyle görüyor. Kimi zaman hilal biçiminde, kimi 
        zaman yarım, tam yuvarlak olarak görüyor, kimi zaman da hiç görmüyor. 
        SAGREDO : Yani ayla dünya arasında hiçbir ayrım yok. 
        GALİLEO : Öyle görünüyor. 
        SAGREDO : On yıl kadar önce, Roma’da Giordano Bruno adında birini yaktılar. 
        O da böyle düşünüyordu. 
        GALİLEO : O düşünüyordu. Biz şimdi görüyoruz. 
        SAGREDO : Korkunç bir şey bu! 
        GALİLEO : Bir şey daha buldum. Belki daha şaşırtıcı. (Birden Priuli girer.) 
        PRİULİ : On yedi yıllık araştırma sonucu gerçekleştiğini söylediğiniz 
        o büyük buluşunuzun, bu gün, İtalya’da, hemen her köşe başında birkaç 
        dukaya satıldığını biliyor musunuz? Hem de Hollanda malı! Şu anda bir 
        Hollanda gemisi rıhtıma tam beş yüz teleskop boşaltıyor. 
        GALİLEO : Yok canım! (Galileo sırtını döner, teleskopu ayarlar.) 
        PRİULİ : Bir de kalkıp adamlara, borunun bütün yapım ve satım haklarını 
        Venedik Cumhuriyeti’ne bırakıyoruz, dedik. İyi ki, borudan ilk baktıklarında, 
        köşebaşında aynı borunun üç beş kuruşa satıldığını yedi kez büyültülmüş 
        olarak görmediler. 
        SAGREDO : Bay Priuli, alışverişte size ne sağlar, onu bilemem, ama, Bay 
        Galilei bu araçla evrenle ilgili bütün bildiklerimizi altüst edecek şeyler 
        buldu. 
        PRİULİ : Bay Galilei kentimiz için harika bir su tulumbası kentimiz için 
        harika bir su tulumbası yapmıştı. Sulama tesislerimiz kusursuz çalışıyor. 
        Dokumacılarımız da yaptığı tezgahları pek beğeniyorlar. Ama ben kendisinden 
        böyle bir dolandırıcılık beklemiyordum doğrusu. 
        GALİLEO : Bir dakika Priuli. Deniz yolculukları hâlâ uzun, pahalı, üstelik 
        güvensiz. Gökyüzünde denizcilere yol gösterecek güvenilir bir araç bulmak 
        gerekiyor. Bir takım yıldızların belli bir düzen içinde yol aldıklarını 
        saptayabileceğimizi sanıyorum. Buna dayanarak yapılacak yeni gökyüzü haritaları 
        denizcilikte bize milyonlar sağlayabilir. 
        PRİULİ : Yeter. Sizi dinlemiyorum artık. Yaptığım iyiliğe karşılık tüm 
        kente rezil ettiniz beni. Gülersiniz tabi. Kopardınız ya beş yüz dukayı 
        işiniz iş. Ama namuslu biri olarak size şunu söyleyeyim: Tiksiniyorum 
        bu dünyadan! (Kapıyı çarparak çıkar.) 
        GALİLEO : (Utanmış) Kızınca neredeyse sevimli oluyor kerata. İşittin, 
        değil mi? Alışveriş olmayınca tiksinti veriyormuş dünya. 
        SAGREDO : Hollanda’da teleskop yapıldığını biliyor muydun? 
        GALİLEO : İşitmiştim. Ama ben iki kat taha iyisini yaptım bizim para babalarına. 
        Gırtlağıma kadar borç içindeyken nasıl çalışabilirim? Virginia’nın çeyizini 
        düşünmek gerek, çeyizsiz koca bulamaz, pek akıllı bir kız değil. Sonra 
        kitap almak istiyorum. Doğru dürüst yemek yemek istiyorum. Kafam en iyi 
        yemek yerken çalışıyor. Güzel bir yemek, seçkin bir şarap. Cimri herifler 
        arabacılarına bile benden çok para veriyorlar. Beş yıl rahat bıraksalar 
        beni, dilediğim gibi araştırma yapabilsem her şeyi kanıtlarım. 
        SAGREDO : Peki, dünyanın güneşin çevresinde döndüğünü kanıtlayacak bir 
        şeyler bulabildin mi? 
        GALİLEO : Hayır. Ama, Salı günü bir şeyin ayırımına vardım. Bizi oraya 
        götürecek bir adım olabilir. (Teleskoptan bakar.) Nerde Jüpiter? Ancak 
        teleskopla görülebilen dört küçük yıldız var Jüpiter’in çevresinde. İlk 
        kez Pazartesi günü görmüştüm, ama, durumları dikkatimi çekmemişti pek. 
        Salı günü gene baktım. Dördünün de yer değiştirdiğine ant içebilirim. 
        Not aldım. Bak gene değişmiş yerleri. Hayret! Ben dört tane görmüştüm. 
        (Heyecanlı) Bak! Bak! 
        SAGREDO : Ben üç tane görüyorum. 
        GALİLEO : Dördüncü nerde peki? İşte çizimler burada. Nasıl yol aldıklarını 
        hesaplamalıyız. 
        (Heyecanla işe koyulurlar. Sahne kararır. Arkada, gökte, Jüpiter’le 
        uyduları görünür. Sahne aydınlığında ikisi paltolarına sarılmış, oturmaktadırlar) 
        GALİLEO : Tamam işte, kanıtlandı. Bu durumda görünmeyen dördüncü yıldız 
        ancak birtek yerde olabilir: Jüpiter’in arkasında. İşte sana bir yıldız 
        ki çevresinde bir başkası dönüyor. 
        SAGREDO : Peki, ama, Jüpiter’in asılı olduğu saydam küreye ne olacak? 
        GALİLEO : Yaa... Söyle bakalım, ne olacak? Jüpiter bir küreye tutturulmuş 
        olsa öteki yıldızlar dönenebilirler mi çevresinde? Hani nerde gök kubbe? 
        Haklıymışlar işte Kopernik, Giardano Bruno... Bütün dünya onlara karşıydı 
        ama, sonunda haklı çıktılar işte. Andrea duymalı bunu. (Dışarıya seslenir.) 
        Bayan Sarti! Bayan Sarti! 
        SAGREDO : Korkuyorum. 
        GALİLEO : Neden? 
        SAGREDO : Aklını başına topla. Gerçekse gördüğün başına gelebilecekleri 
        düşünebiliyor musun? Dünya evrenin merkezi değil de, sadece bir yıldızsa... 
        ve sen bunu bütün dünyaya duyurursan...  
        GALİLEO : Evet, ne olmuş? Bütün yıldızlarıyla, koskoca evren de, bizim 
        küçücük dünyamızın çevresinde dönmüyor işte! Bayan Sarti!  
        SAGREDO : Demek sadece yıldızlar var. Yerle gök arasında ayırım yok demek. 
        Peki Tanrı nerde öyleyse? 
        GALİLEO : Ne demek istiyorsun? 
        SAGREDO : Tanrı nerde diyorum? 
        GALİLEO : (Kızgın, göğü göstererek) Orda değil! Oralarda başka canlılar 
        varsa, gelip Tanrı’yı burada ararlarsa, burada da bulamayacaklar! 
        SAGREDO : Tanrı nerde peki? 
        GALİLEO : Din adamı değilim ben. Matematikçiyim. 
        SAGREDO : Her şeyden önce insansın. Soruyorum sana, senin evreninin neresinde 
        Tanrı? 
        GALİLEO : İçimizde, ya da... hiçbir yerde.  
        SAGREDO : (Bağırır) Yakılan adamın dediği gibi.  
        GALİLEO : Evet. Onun dediği gibi. 
        SAGREDO : Böyle dediği için yakıldı o adam, on yıl bile olmadı daha. 
        GALİLEO : Kanıtlayamadı da ondan. Varsayımdı onununki. Bayan Sarti! 
        SAGREDO : (İnanmamıştır) Kanıtlasaydı başka türlü mü olurdu? 
        GALİLEO : Elbette başka olurdu. Bak Sagredo, ben insana inanıyorum, insanın 
        aklına, sağduyusuna inanıyorum. Böyle bir inancım olmasaydı sabahları 
        yataktan kalkacak gücü bulamazdım kendimde. Gerçeği bilmek istiyor insanlar. 
        (Cebinden ufak bir taş parçası çıkarır) Biri kalkıp yere bir taş düşürse 
        (Taşı elinden bırakır), sonra da “taş yere düşmedi” dese, susar mı sanıyorsun? 
        İnanırlar mı? Kabullenip susarlar mı? Gözünle gördüğün kanıtın gücünü 
        düşün. Sağlam kanıtlara herkes boyun eğer -eninde sonunda- herkes. Düşünmek 
        insan soyunun en büyük keyiflerinden biridir.  
        Bn. SARTİ : (Girer) Bir şey mi istemiştiniz Bay Galilei? 
        GALİLEO : (Teleskopun başına oturmuştur, bir şeyler yazmaktadır. Çok nazik) 
        Andrea’yı rica edecektim.  
        Bn. SARTİ : Uyuyor.  
        GALİLEO : Çok sevineceği bir şey göstereceğim ona.  
        Bn. SARTİ : Gene bu boruyla mı? Gece yarısı, bunun için mi uyandıracağım 
        çocuğu? Çıldırmışsınız siz. Uyandıramam şimdi.  
        GALİLEO : Peki. Belki siz yardım edebilirsiniz siz bize. Çok okuduğumuzdan 
        olacak çözemediğimiz bir sorun var. Yıldızlara ilişkin bir şey. Şunu öğrenmek 
        istiyoruz. Büyükler mi küçüklerin çevresinde dolanır, küçükler mi büyüklerin 
        çevresinde? 
        Bn. SARTİ : (Kuşkulu) Eğleniyor musunuz, yoksa gerçekten mi öğrenmek istiyorsunuz? 
        GALİLEO : Gerçekten öğrenmek istiyorum.  
        Bn. SARTİ : Kestirmeden söyleyeyim öyleyse. Yemeği ben mi size getiriyorum, 
        siz mi bana? 
        GALİLEO : Siz getiriyorsunuz. Dünkünün dibi tutmuştu.  
        Bn. SARTİ : Niye tutmuştu dibi? Yemek ocaktayken ayakkabılarınızı istediniz. 
        Ayakkabılarınızı ben getirmedim mi? 
        GALİLEO : Öyle olmalı. 
        Bn. SARTİ : Neden? Çünkü büyük sizsiniz, okumuşsunuz, parayı da siz veriyorsunuz. 
         
        GALİLEO : Anladım, evet. Hiç de zor değilmiş. Gidebilirsiniz Bayan Sarti. 
        (Sarti, memnun çıkar) Birde gerçeği anlamazlar diyorsun, ha? Gerçeğe susamış 
        bu insanlar. (Sabah duasının çanları duyulur. Sırtında peleriniyle Virginia 
        girer, elinde fener.) 
        VİRGİNİA : Günaydın baba.  
        GALİLEO : Bu saatte ne işin var senin ayakta? 
        VİRGİNİA : Bayan Sarti’yle sabah duasına gidiyoruz. Ludovico da gelecek. 
        Gece nasıldı baba? 
        GALİLEO : Aydınlık. 
        VİRGİNİA : Ben de bakabilir miyim? 
        GALİLEO : Niye? (Virginia karşılık bulamaz.) Oyuncak değil bu. 
        VİRGİNİA : Biliyorum baba. Yeni bir şeyler buldun mu gökyüzünde? 
        GALİLEO : Sana göre bir şey yok. Büyük bir yıldızın yanı başında birkaç 
        soluk leke. (Sagredo’ya) Floransa dukasının adını verip “Medici Yıldızları” 
        demeli bunlara. (Gene Virginia’ya) Belki de Floransa’ya taşınıyoruz Virginia. 
        Duka’ya , mektup yazdım. Bakalım beni saray matematikçisi olarak kabul 
        edecek mi?  
        VİRGİNİA : (Sevinçli) Saraya mı gidiyoruz? 
        SAGREDO : Galileo! 
        GALİLEO : Ne yapayım dostum. Zaman gerek bana! Kanıt gerek. Bol bol da 
        et yemek istiyorum. Tek kaygım, beni oraya isterler mi acaba? 
        VİRGİNİA : İstemez olurlar mı baba, yeni bulduğun yıldızlar... Falan. 
        GALİLEO : Hadi sen kiliseye. (Virginia çıkar.) Önemli kişilere mektup 
        yazmaya alışık değilim. (Sagredo’ya bir mektup uzatır.) Bak bakalım olmuş 
        mu? 
        SAGREDO : (Mektubu okur, Sonunu yüksek sesle bitirir.) “... bütün dileğim 
        yanı başınızda olmak. Siz, dünya tarihinin bu büyük çağını aydınlatmak 
        üzere doğan güneşsiniz.” Floransa Dukası dokuz yaşında. 
        GALİLEO : Fazla dalkavukça buluyorsun anlaşılan. Ben de acaba yeteri kadar 
        dalkavuk değil mi diye korkuyordum. Benim gibi rahatsız edici buluşları 
        olan biri ancak el etek öperek doğru dürüst bir iş bulabilir. Karnını 
        doyurmak için kafasını kullanmayı beceremeyenlere de hiç dayanamam, biliyorsun. 
        (Bayan Sarti’yle Virginia kiliseye gitmek üzere sahneden geçerler.) 
        SAGREDO : Floransa’ya gitme Galileo. 
        GALİLEO : Neden? 
        SAGREDO : Din adamları yönetiyor orayı. 
        GALİLEO : Saray da ünlü bilginler var. 
        SAGREDO : Hepsi uşak onların. 
        GALİLEO : Enselerinden teleskopun başına oturturum. Papazlar da insan, 
        Sagredo. Kanıtlara karşı koyamazlar. 
        SAGREDO : Tehlikeli bir yoldasın Galileo. Bilim alanında kuşkucusun, kılı 
        kırk yararsın, ama başka konularda çocuk gibisin. Gerçeği gören birini 
        baştakiler rahat bırakırlar mı? Papa’ya çıkıp da “siz yanılıyorsunuz,” 
        dediğinde, hemen günlüğünü açıp: “10 Ocak 1610 : Bugün gök kubbe yok edildi,” 
        diye mi yazacak sanıyorsun? Demin şu teleskopun önünde oturup yıldızlara 
        bakarken seni alevlerin içinde görür gibi oldum! Ben kanıtlara inanırım, 
        dediğinde de yanık et kokusu geldi burnuma. Bilimi severim, dostum, ama 
        seni daha çok severim. Floransa’ya gitme, Galileo. 
        GALİLEO : İsterlerse beni giderim. 
      IV 
      GALİLEO 
        VENEDİK CUMHURİYETİ’NDEN AYRILIP FLORANSA SARAYINI SEÇMİŞTİR. SARAY BİLGİNLERİ 
        TELESKOPLA BULDUKLARINA İNANMAZLAR 
      Böyle gelmiş böyle gider, 
        der eskiler. 
        Yararlı değilsen, çek arabanı, der yeniler. 
      GALİLEO’NUN 
        FLORANSA’DAKİ EVİ 
      (Galileo, Andrea ve 
        Federzoni Duka’yı beklemektedirler. Bir ses duyulur: “Floransa Dukası 
        Cosimi di Medici hazretleri!” Bayan Sarti koşarak girer, kenara çekilir. 
        Floransa Dukası, ardında saraylı iki hanım, Saray Nazırı, felsefe profesörü 
        ve matematik profesörü olmak üzere girerler. Odadakiler saraylıları selamlarlar. 
        Dokuz yaşındaki Duka, Bayan Sarti’nin gösterdiği yere oturur. Saray Nazırı 
        “Başlayalım” işaretini verir.) 
      GALİLEO - Soylu efendim, 
        üniversitenizin profesörlerine, huzurunuzda, yeni buluşlarımı sunabilmek 
        benim için büyük mutluluktur. Saygıdeğer hocalar, Jüpiter’in uyduları 
        olan Medici yıldızlarını incelemekle başlamak isterler mi acaba? 
        ANDREA - (Teleskopun önündeki tabureyi göstererek) Buraya buyurun lütfen. 
        FİLOZOF - Teşekkür ederim, yavrum. Korkarım iş bu kadar basit değil. Çok 
        sözü edilen, ünlü teleskopunuzdan bakmadan önce bir tartışma açmak daha 
        doğru olacak sanırım. Konumuz: Bu türlü gezegenler varolabilirler mi? 
        MATEMATİKÇİ - Geleneksel kurallara uygun bir tartışma. 
        GALİLEO - Ben de, teleskoptan bir baksanız, kendi gözlerinizle görürsünüz, 
        diyorum. 
        ANDREA - Buyurun lütfen. 
        MATEMATİKÇİ - Evet. Evet. Tabii. Mutlaka bilirsiniz, geleneksel düşünceye 
        göre dünya dışında herhangi bir merkezin çevresinde dönen yıldızlar varolamaz. 
        FİLOZOF - Sayın matematikçimizin (Matematikçiye döner) bu gibi yıldızların 
        olabilirliği konusundaki kuşkusunun ötesinde, ben de bir felsefeci olarak, 
        şunu sormak istiyorum: Böyle yıldızlar gerekli midir? Aristoteles divini 
        universum, quaedam miracule universi. Orbes mystice canorea, arcus crystallini 
        circulatio corporum celestium. 
        GALİLEO - Tartışmayı günlük konuşma dilinde sürdürsek nasıl olur? Dostum 
        Bay Federzoni Latince bilmez. 
        FİLOZOF - Anlaması gerekli mi? 
        GALİLEO - Evet. 
        FİLOZOF - Özür dilerim. Ben onu yanınızda çalışan mercek ustası sanmıştım. 
        ANDREA - Bay Federzoni hem işçi, hen de bilgindir. 
        FİLOZOF - Teşekkür ederim yavrum. Madem Bay Federzoni öyle istiyor. 
        GALİLEO - Ben öyle istiyorum.  
        FİLOZOF - Tartışmamız inceliğini yitirecek, ama ev sizin eviniz... Ölümsüz 
        Aristo’nun evreni, o gizemli, o şiirsel küreleriyle, kristal kubbeleri, 
        güney yarım küreyi kaplayan takımyıldızlarının zenginliği ve gök kubbenin 
        saydam yapısıyla öylesine görkemli bir simetri ve güzellik anıtıdır ki, 
        bu yapının uyumunu bozmaya kalkışmadan önce iyice düşünmemiz gerekir. 
        GALİLEO - Efendimiz, varlığı olanaksız ve gereksiz görülen yıldızlarınıza 
        siz acaba teleskopla bir bakmak istemez miydiniz? (Cosimo yerinden kalkmak 
        ister, çevresindekilerin işaretiyle yeniden oturur.) 
        MATEMATİKÇİ - Olmayanı gösterebilen bir teleskop, pek güvenilir bir teleskop 
        olmasa gerekir, diyeceği geliyor insanın. 
        GALİLEO - Ne demek istiyorsunuz? 
        MATEMATİKÇİ - Sizi daha çok kızdırmayacağını bilsem, gök kubbede var olanla, 
        teleskopunuzdan görünenlerin apayrı şeyler olabileceğini ileri sürerdim. 
        FİLOZOF - Daha kibarca söylenemezdi doğrusu. 
        FEDERZONİ - Medici yıldızlarını merceğin üstüne mi boyadık yani? 
        GALİLEO - (Sakin) Beni dolandırıcılıkla mı suçluyorsunuz? 
        MATEMATİKÇİ - Asla! Böyle bir şeyi nasıl yapabiliriz soylu efendimizin 
        huzurunda? (Saraylılar eğilip Duka’ya selam verirler. Duka hanımlardan 
        yaşlısının kulağına bir şeyler söyler.) 
        HANIMLARIN YAŞLISI - Hayır efendimiz, yıldızlarınıza bir şey olmadı. Beyler 
        sadece yıldızlarınız gerçekten var mı, yok mu onu araştırıyorlar. (Sessizlik) 
        KADINLARIN GENCİ - Teleskoptan bakınca Büyük Ayının kılları tek tek görünüyormuş, 
        öyle mi? 
        FEDERZONİ - Evet. Boğanın da her bir şeyi. 
        GALİLEO - Beyler, şimdi şu teleskoptan bakacak mısınız, bakmayacak mısınız? 
        FİLOZOF - Bakacağız, tabii. 
        MATEMATİKÇİ - Tabii, tabii. (Sessizlik. Birden Andrea döner, dimdik, odayı 
        baştan başa geçer, annesi kolundan tutar.) 
        BN. SARTİ - N’oluyor sana? 
        ANDREA - Aptal be bunlar! (Elinden kurtulur, çıkar.) 
        FİLOZOF - Zavallı yavrucak. 
        NAZIR - Efendimiz, saygıdeğer baylar, saray balosunun kırkbeş dakika sonra 
        başlayacağını anımsatabilir miyim? 
        MATEMATİKÇİ - Uzatmaya ne gerek var? Bay Galilei eninde sonunda gerçekleri 
        kabul etmek zorunda kalacak. Jüpiter’in uyduları olsaydı, gök kubbeyi 
        kırıp geçmek zorunda kalırlardı. Bu kadar basit. 
        FEDERZONİ - Çok şaşacaksınız ama, gök kubbe yok. 
        FİLOZOF - Hangi okul kitabını çarsanız açın, olduğunu göreceksiniz. 
        FEDERZONİ - Öyleyse yeni kitaplar yazılsın. 
        MATEMATİKÇİ - Efendimiz, meslektaşlarımla benim ileri sürdüğümüz düşünceler 
        gücünü ölümsüz Aristo’dan almaktadır. 
        GALİLEO - (Aşağıdan alarak) Baylar Aristo’ya inanmak başka, gerçeğe, elle 
        tutulur gerçeğe inanmak başka. Yalvarırım size, gözlerinize inanın yeter. 
        MATEMATİKÇİ - Belki beni eski kafalı bulacaksınız ama, ben sık sık Aristo’yu 
        okurum, gözlerime de ancak okurken inanırım. 
        FEDERZONİ - Aristo’nun teleskopu yoktu. 
        MATEMATİKÇİ - Adamınıza söyleyin lütfen bilimsel bir tartışmaya burnunu 
        sokmasın. 
        FİLOZOF - Burada yüce Aristo’ya leke sürülecekse, bu tartışmanın sürdürülmesini 
        bütünüyle anlamsız buluyorum. 
        GALİLEO - (Öfkesini bastırarak) Baylar, evren üstüne bildiklerimizin tümüne 
        bir bakarsak, acınacak durumda olduğumuzu görürüz. Ben mutlu bir raslantı 
        sonucu, evrenin çok küçük bir parçasını biraz daha yakına getiren bir 
        araç buldum. Yararlanın bundan. 
        FİLOZOF - Efendimiz, bayanlar, baylar. Soruyorum size: Nereye götürür 
        bizi bütün bunlar? 
        GALİLEO - Bilim adamları olarak, gerçeğin nereye götüreceğini sormak bizim 
        işimiz olmamalı derim. 
        FİLOZOF - (Müthiş kızgın) Gerçek bizi her yere, hiç istemediğimiz yerlere 
        götürebilir. 
        MATEMATİKÇİ - Bay Galilei, sizi yanlış anlamadıysam, iki bin yıllık öğretileri 
        yok saymamızı istiyorsunuz. 
        GALİLEO - İki bin yıldır gökyüzüne bakıyorduk, Jüpiter’in uydularını görmüyorduk, 
        ama onlar hep vardı. Baylar, can çekişen öğretileri savunmayalım. (Duka 
        uyumak üzeredir) Efendimiz! Venedik tersanesinde çalışırken yapı ustalarıyla, 
        marangozlarla, gemicilerle sürekli ilişkilerim oldu. Okuma yazma bilmezlerdi, 
        yalnızca beş duyularına güvenirlerdi. Onlardan çok şey öğrendim ben. Klasik 
        bir eğitimin olanaklarından yararlanamamış, ama, gözlerini kullanmaktan 
        korkmayan bu insanların buradaki baylar hakkında ne düşündüklerini çok 
        merak ediyorum. (Sessizlik) 
        FİLOZOF - Bütün işittiklerimizden sonra, Bay Galilei’nin hayranlarını 
        tersanelerde bulacağından hiç kuşkum yok. 
        NAZIR - Efendimiz, üzülerek söylemek zorundayım, bu son derece yararlı 
        ve öğretici tartışma öngörülenden çok fazla vakit aldı. Balodan önce dinlenmelisiniz 
        biraz. (Bir işaret üzerine Duka Galilei’yu selamlar. Saraylılar hızla 
        çıkmaya başlarlar.) 
        BN. SARTİ - (Duka’nın önüne dikilip bir tabak kurabiye sunar.) Bir kurabiye 
        almaz mıydınız, efendimiz? (Hanımların en yaşlısı Duka’yı dışarı çıkarır.) 
        GALİLEO - (Arkalarından koşar.) Bir kez olsun teleskoptan baksaydınız 
        yeterdi. 
        NAZIR - Duka Hazretleri, ortaya koyduğunuz düşünceleri, çağımızın bu konudaki 
        en büyük yetkilisine iletecek, Vatikan’ın Roma’daki Araştırma Merkezi’nin 
        başgökbilimcisi, Peder Christopher Clavius’un görüşlerini alacaktır. 
      V 
      VATİKAN’IN 
        ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ “COLLEGİUM ROMANUM” 
        GALİLEO’NUN BULUŞLARINI ONAYLIYOR. 
        YIL : 1616. 
      Bakın şu garip dünya işine 
         
        Öğrenci olurmuş öğretmen de 
        Peder Clavius da gözüyle görünce 
        Hak verdi bizim Galilei’ye. 
      ROMA’DAKİ 
        COLLEGİUM ROMANUM’UN BÜYÜK SALONU 
      (Gece. Yüksek din görevlileri, 
        papazlar, bilginler, Galileo’nun buluşları üstüne Clavius’un vereceği 
        kararı beklemektedirler. Gruplar halinde dolaşırlar, sinirli kahkahalar. 
        Bir yanda Galileo tek başına oturmaktadır.) 
      ŞİŞKO BAŞPAPAZ - İnanırlar, 
        inanırlar. İnanmadıkları, yalnızca akla uygun olanlardır. Şeytanın varlığını 
        kuşkuyla karşılarlar da, dünya topaç gibi dönüyor deseniz inanırlar. Tövbe, 
        tövbe! 
        BİR KEŞİŞ - (Yapmacıklı) Ay! Gözlerim karardı. Çok hızlı dönüyor dünya. 
        İzin verin de size tutunayım, hocam. 
        BİR BİLGİN - Evet, bugün gene kafayı çekmiş sevgili toprak anamız. Şimdi 
        yuvarlanacağız hepimiz. Aman sıkı tutunun! 
        BİR BAŞKA KEŞİŞ - Ayın üstüne düşmesek bari! Sivri sivri tepeler varmış 
        orada. 
        KEŞİŞ - Sakın aşağıya bakma! 
        BİLGİN - Dengemi yitiriyorum. 
        ŞİŞKO BAŞPAPAZ - (Galileo’nun işitmesi için yüksek sesle) Olamaz. Kutsal 
        Roma’da dengesiz insan olmaz. (Kahkahalar, araştırmanın sürdüğü odadan 
        ufak tefek bir keşiş çıkar. Hepsi çevresini alırlar.) 
        BİR GÖKBİLGİNİ - Araştırma sürüyor mu hala? (Keşiş başıyla “evet” işareti 
        yapar, sahneyi katederek çıkar.) 
        ZAYIF PAPAZ - Rezalet. 
        BİR FİLOZOF - Clavius gibi biri, İtalya’nın en büyük gökbilgini böyle 
        bir şeyi incelemeye kalkışmamalıydı. 
        GÖKBİLGİNİ - İnceleniyor ama! İçerde oturmuş, o şeytan icadı borudan bakıyor 
        işte. 
        ZAYIF PAPAZ - Rezalet! 
        BİLGİN - Evet, gökbilginlerinin çözemediği kimi olaylar var. Ama insanoğlunun 
        her şeyi anlaması da zorunlu mudur yani? (Az önce çıkan ufak tefek keşiş 
        yeniden sahneyi katederek araştırmanın yapıldığı odaya girer. Sahnedekiler 
        merakla izlerler onu.) 
        İKİNCİ KEŞİŞ - Ne yeryüzü kaldı, ne gökyüzü. Dünyamız için herhangi bir 
        yıldızdır deyip çıktılar. 
        GÖKBİLGİNİ - Yukarı ile aşağı diye bir ayrım kalmıyor. Aşağısı da bir, 
        yukarısı da. 
        FİLOZOF - Yıldızlardan başka bir şey yok. Nereye baksan yıldız. Gün gelecek 
        insanla hayvan diye bir ayrım kalmayacak, görürsünüz. İnsan da bir hayvandır, 
        yalnız hayvan vardır deyip çıkacaklar işin içinden. 
        ŞİŞKO BAŞPAPAZ - Bay Galilei, yere bir şey düştü. 
        GALİLEO - (Arada cebinden taşını çıkarıp onunla bir süre oynamış, sonunda 
        yere düşürmüştür.) Düşmedi, kutsal peder, havaya uçtu. 
        ŞİŞKO BAŞPAPAZ - (Sırtını döner) Utanmaz herif. (İçeri çok yaşlı bir kardinal 
        girer. Bir keşişin koluna yaslanarak yürümektedir. Herkes saygıyla yol 
        açar.) 
        YAŞLI KARDİNAL - Çıkmadılar mı daha? Önemsiz bir şey için ne çok vakit 
        harcıyorlar. İşittiğimize göre bu Galilei insanı evrenin merkezinden alıp 
        kıyıda köşede bir yerlere atıyormuş. Anlaşılan, insan soyunun amansız 
        bir düşmanı bu adam. Cezası da ona göre olmalıdır. Tanrı’nın en yüce, 
        sevgili varlığıdır insan, çocuklar bile bilir bunu. Böyle bir mucizeyi, 
        kendi eşsiz eserini, Tanrı boşlukta kayıp giden bir yıldız parçasına emanet 
        eder mi? Öz evladını böyle bir yere yollar mı? Çarpım tablosunun tutsağı 
        olan birine inanacak kadar sapık insanlar olabilir mi? 
        ŞİŞKO BAŞPAPAZ - (Usulca) Kendisi burada, efendim. 
        YAŞLI KARDİNAL - (Galileo’ya) Sizsiniz demek. Eskisi gibi görmüyor gözlerim, 
        ama sizi birine çok benzettim... Durun bakayım, neydi adı?... yaktığımız 
        adam...Çok benziyorsunuz ona, çok. 
        KEŞİŞ - Heyacanlanmamalısınız efendim, biliyorsunuz hekiminiz... 
        YAŞLI KARDİNAL - (Keşişi iter, Galileo’ya) Dünyada yaşıyorsunuz, nimetlerinden 
        yararlanıyorsunuz, sonra da kalkıp aşağılıyorsunuz onu. Köpek bile yattığı 
        yeri pisletmez. Göz yumamam buna! Ben göz yumamam buna! (Keşişten ayrılır, 
        kurumlanarak bir aşağı, bir yukarı yürümeye başlar.) Ben, herhangi bir 
        yerde dönüp duran, herhangi bir yıldız parçasının üstünde yaşayan, herhangi 
        biri değilim Ben... Sağlam topraklar üzerinde yürüyorum ben. Benim bastığım 
        yer kımıldamaz, evrenin merkezidir, ben merkezdeyim. Tanrı’nın gözü de 
        benim üstümde. Evrende ne varsa, çevremde dönüyor: gök kubbeye çakılı 
        yıldızlar ve çevremi aydınlatmak üzere yaratılmış olan güneş... Beni aydınlatmak 
        için, Tanrı beni görsün diye, beni, insanı, Tanrı’nın şaheseri, Tanrı’nın 
        suretinde yaratılan, ölümsüz ve... (Yıkılır) 
        KEŞİŞ - Efendimiz! Ah... Çok yordunuz kendinizi! (Tam bu sırada araştırmanın 
        yapıldığı odanın kapısı açılır. Önde Clavius, arkada bir kaç gökbilgini 
        salona girerler. Clavius hızlı adımlarla, sağına soluna bakmadan geçer 
        salondan, tam kapıdan çıkarken keşişlerden birine) 
        CLAVİUS - Adam haklı. (Peşindeki bilginlerle çıkar. Ölüm sessizliği. Yaşlı 
        kardinal kendine gelir.) 
        YAŞLI KARDİNAL - Ne oldu? Bir karara vardılar mı? (Kimse ona sonucu açıklayamaz.) 
        KEŞİŞ - Gidelim efendimiz. Biz eve gidelim. (Yaşlı kardinalin koluna girip 
        götürürler. Herkes salondan çıkar, şaşkın. Clavius’un araştırma komisyonu 
        üyelerinden olan ufak tefek keşiş Galileo’nun yanına gelir.) 
        KÜÇÜK KEŞİŞ - (Sır verir gibi) Bay Galilei, Büyük Clavius içerde ne dedi 
        biliyor musunuz? “Artık Tanrıbilimciler düşünsünler, bakalım gök kubbenin 
        parçalarını nasıl tutturacaklar birbirine!” Kazandınız. (Çıkar.) 
        GALİLEO - (Arkasından seslenir) Ben değil! Akıl kazandı. (Galileo çıkmak 
        üzereyken kapıda uzun boylu bir din adamıyla karşılaşır. Bu Engizisyon’un 
        başkanı olan kardinaldir. Galileo eğilir, selam verir. Kardinal yanından 
        geçer. Galileo kapıda duran birine geçenin kim olduğunu sorar.) 
        KAPIDAKİ - (Usulca) Kardinal Hazretleri, Engizisyon Mahkemesinin başkanıdır. 
        (Kardinal teleskopun bulunduğu odaya girer.) 
      VI 
      GENE 
        DE ENGİZİSYON KOPERNİK KURAMINI, 
        KİLİSENİN YASAK KİTAPLAR LİSTESİNE ALIYOR. 
        (5 MART 1616) 
      Galileo Galilei konuk Roma’da 
        Görkemli bir kardinal sarayında 
        Yediği önünde yemediği ardında 
        İş küçük bir dileğe dayandı sonunda 
      ROMA’DA 
        KARDİNAL BELLARMİN’İN EVİ 
      (Büyük bir balo verilmektedir. 
        Giriş yerinde iki yazıcı rahip gelenlerin adlarını not etmektedir. Karnaval 
        maskeleri takınmış kadınlı erkekli konuklar Galileo’yu alkışlarla karşılarlar. 
        Galileo’nun yanında kızı Virginia ve nişanlısı Ludevico vardır.) 
      VİRGİNİA - Bugün senden 
        başka kimseyle dans etmem. Güzel olmak istiyorum bu akşam. 
        GALİLEO - Olmalısın. Yoksa kuşkulanırlar da dünya dönmüyor demeye başlarlar 
        gene. 
        LUDOVİCO - Dönmüyor ki. (Galileo güler.) Roma’da yalnız sizin sözünüz 
        ediliyor efendim, ama bu geceden sonra kızınız konuşulacak. 
        GALİLEO - (Yazıcı rahiplere) Kardinal Hazretlerini burada beklemem gerekiyormuş. 
        1. YAZICI - Biraz sonra gelecekler efendim. 
        GALİLEO - (Kızına) Siz salona geçin hadi, eğlenmenize bakın. (Virginia 
        ile Ludovico balonun verildiği salona girerler. Galileo yazıcıların yanına 
        gelir.) 
        GALİLEO - İçerisi kalabalık mı? 
        1. YAZICI - Veba yıllarından bu yana ilk karnaval balosu bu. 
        VİRGİNİA - (Koşarak geri gelir) Unuttum sana söylemeyi. Via del Trionfo’daki 
        berber, kızın olduğumu duyunca, tam dört hanımı bir köşede bekletip, benim 
        saçımı yaptı. (Koşarak çıkar. Galileo yazıcıya döner.) 
        1. YAZICI - İtalya’nın bütün ünlü aileleri burada bu akşam. Orsini’ler, 
        Villani’ler, Nuccoli’ler, Soldanieri’ler, Cane’ler, Lecchi’ler, d’Este’ler, 
        Colombini’ler... 
        2. YAZICI - (Sözünü keserek) Kardinal Barberini ve Kardinal Bellarmin 
        Hazretleri. (Adı geçenler ellerinde bir değneğin ucundaki maskeleriyle 
        girerler. Bellarmin’de kuzu, Barberini’de güvercin maskesi vardır.) 
        BARBERİNİ - (Parmağıyla Galileo’yu göstererek) “Güneş doğar, yükselir, 
        batar, sonra da doğduğu yere döner.” Böyle diyor Hazreti Süleyman’ın kitabı, 
        Galileo ne diyor? 
        GALİLEO - Ben şu kadarcıkken, Kardinal Hazretleri, (eliyle gösterir) gemiye 
        binmiştim de “Kara yürüyor!” diye bağırmıştım. Şimdi anlıyorum, meğer 
        kara yerinde duruyor, gemi yüzüyormuş. 
        BARBERİNİ - (Güler.) Güzel. Kurnazca bir yanıt. Jüpiter’in gezegenleri 
        de gökbilginlerimiz için gerçekten çetin ceviz çıktı. Bir vakitler ben 
        de biraz ilgilenmiştim gökbilimle Bellarmin. Uyuz gibi bir ilettir, kolay 
        kolay kurtulamaz insan. 
        BELLARMİN - Zamana ayak uydurmak zorundayız Barberini! Yeni varsayımlara 
        göre yapılan gök haritaları denizcilerimizin işine yarıyorsa, niçin kullanılmasın, 
        değil mi? Bizim hoşumuza gitmeyen yalnızca “Kutsal Kitap”a ters düşen 
        öğretiler. (Balo salonu yönünde, uzaktan birilerini selamlar.) 
        GALİLEO - Kutsal Kitap... “Buğdayını esirgeyene, halk lanet edecektir” 
        der Hazreti Süleyman. 
        BARBERİNİ - “Akıllı olan kendine saklar bilgisini.” Bunu da o söylemiş 
        ama. 
        GALİLEO - “Öküzün olmadığı yerde ahır temizdir: ama verimi arttıran da 
        öküzün gücüdür.” (Sessizlik) Gerçek avaz avaz bağırmaz mı? 
        BARBERİNİ - “Ateşe basarsan da yanmaz mı tabanın?” Roma’ya hoş geldiniz, 
        dostum Galileo. Bu kentin doğuşunu bilir misiniz? İki oğlanı bir dişi 
        kurt emzirmiş, büyütmüş, o gün bu gün o sütün parasını ödüyoruz işte. 
        Ama dişi kurt da her türden mutluluğu tattırıyor bize. Dostum Bellarmin’le 
        olan bilimsel söyleşilerimizden, dillere destan dilberlerimize dek... 
        Birkaçıyla tanışmak istemez misiniz? (Galileo’yu salona götürmek ister. 
        Galileo isteksiz yürür.) İstemiyorsunuz. Konuşalım, diyorsunuz. Peki. 
        Bana öyle geliyor ki, dostum Galileo, siz gökbilginleri, işiniz kolaylaşsın 
        diye gökbilimi basitleştirmeye çalışıyorsunuz. Yanılıyor muyum? (Yeniden 
        öne gelirler.) Size göre bütün gökcisimleri yuvarlak ya da elips biçiminde 
        yörüngelerde belli bir hızla yol alıyor, yani beyninizin çözebileceği 
        basit hareketlerle. Peki, ya Tanrı yıldızlarını şöyle yürütmek istemiş 
        olsaydı. (Parmağıyla havada çok karmaşık bir yol çizer. Hızı da sık sık 
        değiştirmektedir.) Ne olurdu hesaplarınız? 
        GALİLEO - Eğer Tanrı evreni dediğiniz gibi yaratsaydı, beyinlerimizi de 
        böyle (Barberini’nin çizdiği biçime benzeterek) yaratırdı ki, bu hareketleri 
        kavrayabilelim. Ben insan aklına inanıyorum. 
        BARBERİNİ - Bence yetersizdir akıl. Susuyor “Yetersiz olan senin aklındır” 
        diyecek ama, terbiyeli adam. Susuyor. (Gülerek arkaya yürür.) 
        BELLARMİN - Akıl pek bir yere götürmüyor bizi. Nereye baksanız ikiyüzlülük, 
        kötülük, düşkünlük, zayıflık! Hani nerde gerçek? 
        GALİLEO - (Öfkeli) Ben akla inanıyorum. 
        BARBERİNİ - (Yazıcılara) Bunları yazmaya gerek yok. Dostlar arasında bilimsel 
        bir söyleşi bu. 
        BELLARMİN - Anlamını kavrayamadığımız olayların sorumluluğunu, biz bir 
        yüce varlığa yükledik. Şimdi siz kalkıp O’nu suçluyorsunuz. 
        GALİLEO - (Açıklamaya hazırlanır) Bakın ben kiliseye bağlı bir adamım... 
        BARBERİNİ - Korkunç bir adam bu! Kalkmış büyük bir saflıkla, Tanrı’nın 
        gökbilimden hiç anlamadığını kanıtlamaya çalışıyor. Yani, Tanrı Kutsal 
        Kitap’ı yazmadan önce gökbilim dersine yeterince çalışmamış, öyle mi? 
        Dostum... 
        BELLARMİN - Tanrı’nın yarattığı biri olarak siz, onun yarattıklarını ondan 
        daha mı iyi biliyorsunuz? 
        GALİLEO - Ama insanlar yalnız yıldızların hareketini değil, Kutsal Kitap’ı 
        da yanlış yorumlamış olamazlar mı? 
        BELLARMİN - Ama Kutsal Kitabı yorumlamak sizce kilisenin işi değil midir? 
        (Galileo susar.) 
        BELLARMİN - Gördünüz mü susuyorsunuz. Buna verecek yanıtınız yok, değil 
        mi? (Yazıcılara yazmaları için işaret eder.) Bay Galilei, Kutsal Engizisyon 
        bir karara vardı bugün: Güneşin evrenin merkezi olduğunu, dünyanınsa merkez 
        olmayıp güneşin çevresinde döndüğünü ileri süren Kopernik’in öğretisi 
        sapıkça, saçma ve dine aykırı bulunmuştur. Bu inançtan vazgeçmeniz için 
        sizi uyarmakla görevlendirildim. (Yazıcıya) Tekrarlayın. 
        YAZICI - (Okur) Kardinal Bellarmin Hazretleri, yukarıda adı geçen Galilei 
        Galileo’ye Kutsal Engizisyon Mahkemesinin kararrını bildirdi: Güneşin 
        evrenin merkezi olduğunu, dünyanınsa merkez olmayıp güneşin çevresinde 
        döndüğünü ileri süren Kopernik’in öğretisi sapıkça, saçma ve dine aykırı 
        bulunmuştur. Bu inançtan vazgeçmeniz için sizi uyarmakla görevlendirildim. 
        GALİLEO - Ne demek oluyor bu? Peki, ya gerçekler? Ya Jüpiter’in uyduları, 
        Venüs gezegeninin evreleri? 
        BELLARMİN - Kutsal yüce kurul kararını verirken bu ayrıntıların üstünde 
        durmadı. 
        GALİLEO - Bu demektir ki, bundan sonraki bilimsel araştırmalarım... 
        BELLARMİN - ... bütünüyle güvence altına alınmıştır Bay Galilei. Kilisenin 
        görüşü şudur: Hiçbir şeyi bilemeyiz, ama araştırabiliriz. Bilim, kilisenin 
        çok sevilen bir çocuğudur Bay Galilei. Kiliseye olan güveni sarsmak isteyebileceğinizi 
        hiçbirimiz düşünmüyoruz. 
        GALİLEO - Güven kötüye kullanılırsa güvensizlik başlar. 
        BARBERİNİ - Öyle mi? (Omzuna vurur, yüksek sesle güler. Sonra Galileo’nun 
        gözünün içine bakarak düşmanca olmayan bir tavırla) Galileo dostum, çocuğun 
        yıkandığı leğendeki suyu dökerken dikkat edin, çocuk da beraber atılmasın. 
        Galileo dostum, biz de öyle davranıyoruz. Biz size gerekliyiz, ama siz 
        bize daha çok gereklisiniz. 
        BELLARMİN - Eh, değerli dostumuzu konuklarımızla tanıştırmanın zamanı 
        geldi. Engizisyon Mahkemesi Başkanı sizinle tanışmak için can atıyor. 
        Büyük bir hayranınızmış. 
        BARBERİNİ - (Galileo’nun öteki koluna girerek)...dedi ve gene kuzu kılığına 
        büründü. Şu maske bana biraz özgürlük sağlayacak bu gece. Zavallı Galileo, 
        onun maskesi yok. (Galileo’yu aralarına alıp balo salonuna götürürler.) 
        1. YAZICI - Son cümleyi yazabildin mi? 
        2. YAZICI - Yazıyorum. (Hızlı hızlı yazarlar) “Ben akla inanıyorum” dediği 
        yeri yazdın mı? (Engizisyon Başkanı Kardinal girer.) 
        KARDİNAL - Görüştüler mi? 
        1. YAZICI - (Makina gibi) Önce Bay Galilei kızıyla geldi, yanında nişanlısı... 
        KARDİNAL - (Eliyle işaret ederek susturur.) Tutanaklar. (Yazıcı rahip 
        kağıtları verir, Kardinal oturur, gözden geçirir. Virginia girer, çevresine 
        bakınır.) 
        KARDİNAL - (Oturduğu yerden) İyi akşamlar yavrum. 
        VİRGİNİA - (Kardinali görmemiştir, hafifçe irkilir) Ah... Kardinal Hazretleri. 
        KARDİNAL - (Başını kaldırmadan sağ elini uzatır, Virginia yaklaşır, diz 
        çökerek parmağındaki yüzüğü öper.) Pek güzel bir, gece değil mi? İzin 
        verin de sizi kutlayayım. Soylu nişanlınız şeçkin bir aileden geliyor, 
        Roma’da mı oturacaksınız? 
        VİRGİNİA - Şimdilik değil efendimiz. Düğün için pek çok hazırlık gerekiyor. 
        KARDİNAL - Öyleyse babanızla Floransa’ya dönüyorsunuz. Sevindim buna. 
        Babanız da yalnız kalmaz. Matematik pek sıcak bir dost sayılmaz. Öyle 
        değil mi? Gençliğiniz ve canlılığınız onu biraz olsun yeryüzüne bağlar. 
        Yoksa yukarlarda, yıldızların uçsuz bucaksız dünyasında yitip gitmesi 
        işten bile değil. 
        VİRGİNİA - Babam bana yıldızlardan hiç söz etmez, efendimiz. Bu gibi konulardan 
        pek bir şey anlamıyorum. 
        KARDİNAL - Yok canım? Sahi mi? (Güler) Balıkçının evinde balık yenmezmiş. 
        Babanız ilk gökbilim dersini benden aldığınızı duyunca çok eğlenecek. 
        Yavrum. Tanrı çağdaş gökbilginlerine olağanüstü bir düş gücü bağışlamış. 
        Çok şaşırtıcı doğrusu. Biliyor musunuz, benim gibi eski kafalıların çok 
        geniş olduğunu sandıkları dünyamız meğer ufalmış ufalmış, ceviz kadar 
        kalmış. Buna karşılık yeni evren öylesine büyümüş ki, başpapazlar -hatta 
        kardinaller- uzaktan karınca gibi görünüyorlarmış. Bu durumda, oralardan 
        yüce Tanrı nerdeyse Papa’yı bile göremeyecek. Yavrucuğum günah çıkarttığınız 
        papazı tanıyor muyum acaba? 
        VİRGİNİA - Rahip Chiristoferus efendimiz, Floransa’daki kutsal Ursula 
        kilisesinin başpapazı. 
        KARDİNAL - Evet, evet. Babanızla birlikte olmanız çok iyi. Gereksinimi 
        olacak size. Şimdi inanmayacaksınız belki ama, o gün gelecek göreceksiniz. 
        Çok gençsiniz daha. Tanrı’nın kimi insanlara verdiği büyüklük kimi zaman 
        taşıması güç bir yük olabilir. Hiçbir ölümlü duaya gerek duymayacak kadar 
        büyük olamaz. Yavrucuğum, alıkoydum sizi, nişanlınız kıskanacak, babanız 
        da belki, size yıldızlarla ilgili, herhalde biraz modası geçmiş bilgiler 
        aktardığım için. Hadi gidin, dans edin, yalnız peder Chiristoferus’a selamlarımı 
        iletmeyi unutmayın. (Virginia yerlere kadar eğilerek selam verir, çabucak 
        çıkar.) 
      VII 
      BİR 
        KONUŞMA 
      Köylü bir papaz, yoksul hen 
        de 
        Geldi günün birinde Galilei’ye 
        Erişmek istiyorum, dedi, bilime 
        Ulaşmak istiyorum gerçeklere. 
      ROMA’DAKİ 
        FLORANSA BÜYÜKELÇİSİNİN SARAYI 
      (Galileo, Collegium Romanum’daki 
        toplantıdan sonra Papalık gökbilginlerinin kararını kulağına fısıldayan 
        ufak tefek keşişi dinlemektedir.) 
      GALİLEO - Konuşun, haydi 
        buyrun konuşun! Sırtınızda şu cübbe oldukça istediğinizi söylemeye yetkilisiniz. 
        KÜÇÜK KEŞİŞ - Ben fizik okudum Bay Galilei. Üç gecedir gözüme uyku girmiyordu. 
        Okuduğum Engizisyon kararıyla, gördüğüm Jüpiter’in uydularını bir türlü 
        bağdaştıramıyordum. Bugün, sabah duasından sonra size gelmeyi kararlaştırdım. 
        GALİLEO - Jüpiter’in uydusu yoktur demeye mi? 
        K. KEŞİŞ - Hayır. Sonuçta Engizisyonun verdiği kararın akıllıca bir karar 
        olduğunu anladım. Sınırsız özgür araştırmanın insanlık için taşıyabileceği 
        tehlikelerin bilincine vardım ve gökbilimi bıraktım. Benim gibi tutkulu 
        bir gökbilimciyi, bu öğretiyi bırakmaya yönelten nedenleri size de açıklamak 
        istiyorum. 
        GALİLEO - O nedenleri çok iyi bildiğimden hiç kuşkunuz olmasın. 
        K. KEŞİŞ - Burukluğunuzu anlıyorum. Kilisenin elindeki olağanüstü gücü 
        düşünüyorsunuz. 
        GALİLEO - Açıkça işkence araçları desenize şuna. 
        K. KEŞİŞ - Ben başka nedenlerden söz edeceğim. İzin verirseniz biraz kendimi 
        anlatmak istiyorum. Campagnalı bir köylü ailesinin çocuğuyum. Anam, babam 
        ancak zeytin yetiştirmeyi bilirler, başkaca pek bir şeye akılları ermez. 
        Bugünlerde Venüs’ün evrelerini incelerken sık sık anam, babam geliyor 
        gözümün önüne. Ocağın başında kızkardeşimle oturmuş, çorbalarını içiyorlar. 
        Yüzyılların isiyle kararmış çatının kalasları, damarları çıkmış yaşlı, 
        yorgun elleri, ellerindeki kaşıklar hep gözümün önünde. Zor geçiniyorlar, 
        ama yoksulluklarında bile belli bir düzen var. Belli aralıklarla yinelenen 
        işler var: ortalığın süpürülmesinden, zeytinle ilgili işlere, vergilerin 
        ödenmesine dek. Yıkımlarda belli aralıklarla geliyor başlarına. Babamın 
        beli büküldü. Ama birden olmadı bu. Her sabah zeytinlikle biraz daha, 
        biraz daha çöktü. Anam da her doğumda biraz daha yitirdi kadınlığını. 
        Yaşamlarını sürdürmek için gereken gücü topraktan, her yıl yeşeren ağaçlardan, 
        doğadaki bu süreklilik ve zorunluluktan alıyorlar, bir de köydeki küçük 
        kiliseden, her pazar dinledikleri Kutsal Kitap’tan. “Tanrı’nın gözü üstünüzde” 
        denmiştir onlara. İnanmışlardır. Bu yeryüzü sahnesinde kendilerine düşen, 
        büyüklü küçüklü rollerde sınandıklarını düşünür, başarmak için çabalayıp 
        dururlar. 
        Şimdi ben onların karşısına geçip de, dünyamızın, ikinci sınıf bir yıldızın 
        çevresinde, boşlukta dönüp giden bir taş parçası olduğunu söylesem, ne 
        yaparlar acaba? Gösterdikleri bunca sabrın, yoksulluklarını bunca anlayışla 
        karşılamalarının değeri ya da gerekliliği nerde kalır o zaman? Bugüne 
        kadar alınterini, açlığı, susmayı ve boyun eğmeyi buyurmuş, bunların gerekçesini 
        açıklamış olan Kutsal Kitap bunca yanlışla doluysa, ne işe yarayacak peki? 
        Gözlerindeki korkuyu görür gibi oluyorum. Aldatılmış olmanın acısını, 
        umarsızlığını duyacaklar. Demek bizi gören kimse yokmuş diyecekler. Şu 
        yaşlı, bilgisiz, yıpranmış durumumuzda biz kendi başımızın çaresine nasıl 
        bakarız? Yoksulluğumuzun hiç bir anlamı yokmuş meğer: açlık, dayanma gücünü 
        denemek değil, sadece yemek yememek demekmiş. Zorlanmak, bir erdem değil, 
        sadece eğilip kalkmak, yük taşımakmış diyecekler. Şimdi Engizisyon’un 
        kararında neden cömert bir ana sevecenliği, sonsuz bir iyi niyet gördüğümü 
        anlayabiliyor musunuz? 
        GALİLEO - Hmm, evet, hiç değilse şunu anlamışsınız: sorun Jüpiter’in uyduları 
        değil, sorun Campagna köylüleri. Neden peki? Yanı başında bunca verimli 
        toprak, bağlar, bahçeler varken, neden düzen yokluk düzeni, zorunluluk 
        neden ölesiye çalışmak zorunluluğu olsun? Papa Hazretlerinin İspanya’da, 
        Almanya’da sürdürdüğü savaşların parası Campagna köylülerinin cebinden 
        çıkyor da ondan. Margariti-Fiera istiridyesi incisini nasıl yapar, bilir 
        misiniz? Pürüzlü bir kum tanesi kabuğun içine sızıp istiridyenin yaşamını 
        dayanılmaz kılar. Buna karşılık, o da, kum tanesini salgısıyla sarıp sarmalamaya 
        çalışır. Ölümcül bir uğraş sonucu salgı git gide katılaşarak inciyi oluşturur. 
        O incinin canı cehenneme! Ben sağlıklı istiridyeyi yeğliyorum. Erdem, 
        yoksulluğa bağlı bir kavram değildir. Ananız, babanız varlıklı, mutlu 
        kişiler olsalardı, varlığın ve mutluluğun erdemlerini geliştireceklerdi. 
        Ben şimdi kalkıp onlarayalan mı söyleyeyim? 
        K. KEŞİŞ - (Çok heyecanlıdır) Susmak zorundayız! Kafalarını bulandırmamak, 
        huzurlarını kaçırmamak için. Bundan daha soylu bir neden olabilir mi? 
        GALİLEO - Susmayı kabul edersem, bu hiç kuşkusuz en soysuz nedenlerden 
        olacak:yani rahat bir yaşam, işkence görmemek, izlenmemek, özgür olmak... 
        Bunlar uğruna susmuş olacağım. Kardinal Bellarmin, bir Cellini saati göndermiş 
        bana bu sabah, susmam için. Ananızın, babanızın huzuru kaçmasın diye yüksek 
        koltuklarda oturanlar şarap sunuyorlar bana. Tanrı’nın suretinde yaratıldığı 
        söylenen insanların, alınteriyle, canları pahasına ürettikleri şarap bana 
        ödül olarak sunuluyor. İşte bunlar uğruna susmuş olacağım. 
        K. KEŞİŞ - Bay Galileo, ben bir din adamıyım. 
        GALİLEO - Aynı zamanda da fizikçisiniz Jüpiter’in uydularını görmüşsünüz. 
        Bir üçgenin iç açılarının toplamı Papalığın keyfine göre değiştirilemez. 
        Uzaydaki cisimlerin hareketi, süpürgeyle uçan cadıları da açıklayacak 
        biçimde hesaplanamaz. 
        K. KEŞİŞ - Peki, gerçek, eğer gerçekse, biz olmadan da kabul ettiremez 
        mi kendini? 
        GALİLEO - Hayır, hayır, olmaz öyle şey. Gerçek bizim kabul ettirebildiğimiz 
        ölçüde kabul edilir ancak. Aklın zaferi de ancak aklını kullanan insanların 
        zaferi olabilir, Campagna köylülerini kulübelerinin damını örten sazlardan 
        söz eder gibi anlattınız. Olmaz olsun! Tanrısal sabırlarını gördük, anladık. 
        Tanrısal öfkeleri nerede peki? 
        K. KEŞİŞ - Yorgun, yıpranmış insanlar onlar. 
        GALİLEO - (Keşişin önüne bir tomar yazılı kağıt atar) Oğlum, fizikçi misin 
        sen? Burada denizlerdeki gel-git olayının açıklaması yazılı. Ama okumayacaksın, 
        anlaşıldı mı? Okumaya başladın bile. Gerçekten fizikçiymişsin. (Keşiş 
        okumaya dalmıştır.) 
        Bilgi ağacından bir elma düştü! Yutacak hemen. Cehennemlik oldu, ama yemeden 
        duramaz ki, zavallı obur! Kimi zaman düşünürüm, yerin yedi kat dibinde, 
        zifiri karanlık bir zindana kapatılmaya razıyım, yeter ki karşılığında 
        ışığın ne olduğunu öğrenebileyim. İşin kötüsü, bildiğimi başkalarına da 
        söylemek zorundayım. Bir sevdalı, bir ayyaş ya da bir hain gibi. Umarsız 
        bir tutkudur bu. Daha ne zamana kadar susabileceğim? Bütün iş orda. 
        K. KEŞİŞ - (Kağıttan bir yeri gösterir) Burasını anlamadım. 
        GALİLEO - Anlatırım oğlum, anlatırım. 
      VIII 
      SEKİZ 
        YILLIK SUSKUNLUKTAN SONRA, KENDİ DE BİR MATEMATİKÇİ OLAN 
        YENİ PAPANIN TAHTA ÇIKMASIYLA YÜREKLENEN GALİLEO 
        YASAK KONULARDAKİ ARAŞTIRMALARINA YENİDEN BAŞLAR. 
        GÜNEŞTEKİ LEKELER. 
      Gerçek torbada gizli 
        Dil ağızda kilitli 
        Sekiz yıl suskunluktan kelli 
        Bir gün canına yetti 
        Dile getirdi gerçeği. 
      GALİLEO’NUN 
        FLORANSA’DAKİ EVİ 
      (Galileo’nun öğrencileri 
        -Federzoni Küçük Keşiş, artık bir delikanlı olan Andrea Sarti- yapılacak 
        deneyi izlemek üzere toplanmışlardır. Galileo ayakta, elinde bir kitap. 
        Virginia ile Bayan Sarti çeyiz için dikiş dikmektedirler.) 
      VİRGİNİA : Güzel şey çeyiz 
        hazırlamak. Büyük masada konuk ağırlamak için bu örtü. Gözümü dört açmalıyım, 
        pek titiz anası. Babamın kitaplarını da gözü hiç tutmuyor. 
        Bn. SARTİ : Yıllarıdır tek kitap yazmadı adamcağız. 
        VİRGİNİA : Bana öyle geliyor ki, anladı yanıldığını. Roma’dayken çok büyük 
        bir din adamı gökbilimi anlattı bana. Evreni fazla geniş tutmuşlar, fizikçiler. 
        ANDREA : (Kara tahtaya gündemi yazar) Perşembe. Yüzen cisimler. (Gereçleri 
        hazırlar. Öteki kitap okumaktadır.) 
        Bn. SARTİ : Virginia, şu evlilik işini bir konuşalım seninle. Daha çocuk 
        sayılırsın, anan da yok. Baban desen buz parçalarının suda yüzdürüp duruyor. 
        Böyle ciddi bir işe gözü kapalı girmek olmaz. Üniversiteye gidip doğru 
        dürüst bir yıldız falına baktırsan diyorum. Ne gülüyorsun? 
        VİRGİNİA : Gittim bile. 
        Bn. SARTİ : (Çok meraklı) Eee... Ne dediler? 
        VİRGİNİA : Üç ay tetikte olmalıymışım, çünkü güneş oğlak burcuna giriyormuş. 
        Ama sonrası iyiymiş, bulutlar dağılacak, her şey yoluna girecekmiş. Oğlak 
        burcundan olduğum için, Jüpiter’i gözden kaçırmamak koşuluyla istediğim 
        yolculuğa çıkarabilirmişim. 
        Bn. SARTİ : Peki, ya Ludovico? 
        VİRGİNİA : O Aslan burcu. (Susar, sonra) Sevişmeye düşkün olurlarmış. 
        (Sessizlik. Kapıya vurulur. Virginia bakmaya gider. Bu arada Andrea deneyle 
        ilgili gereçleri sıralamıştır.) 
        ANDREA : Buz, su dolu leğen, demir iğne, Aristo. Her şey hazır. 
        VİRGİNİA : Rektör Bay Goffone babama bir kitap getirmiş. (Kitabı Federzoni’ye 
        verir.) 
        GALİLEO : Neymiş? 
        FEDERZONİ : Bilmem. (Heceler) “De moculis in sole” 
        ANDREA : Güneşteki lekeler. Aynı konuda bir kitap daha. (Federzoni, sinirli, 
        kitabı Andrea’ya verir.) Bakın ne yazmışlar: “Çağımızın en yetkili fizik 
        bilgini Galileo Galilei’ye.” (Galileo gene kitabına dalmıştır.) 
        ANDREA : Holandalı Fabricius’un güneş lekeleri üstüne yazdıklarını okudum. 
        Lekeler, diyor, güneşle dünya arasından geçen yıldız kümeleridir. 
        K. KEŞİŞ : Pek inandırıcı değil, değil mi Bay Galilei? (Galileo cevap 
        vermez.) 
        ANDREA : Paris’te, Prag’da da, güneşin sisleridir, deniyor. 
        FEDERZONİ : Hııım. 
        ANDREA : Federzoni inanmıyor. Kuşkuyla karşılıyor bunu. 
        FEDERZONİ : Karıştırmayın beni bu işlere. Ben mercek ustasıyım. Merceklerinizi 
        yontar parlatırım, siz onlarla gökyüzüne bakarsınız, gördüğünüz de leke 
        değil, “maculis”tir. Ben nasıl kuşku duyayım? Okuyamıyorum ki kitapları 
        Latince hepsi. (Elindeki tartıyla öfkeli el, kol hareketleri yaparak konuşmuştur. 
        Kefelerden biri yere düşer. Galileo hiç ses çıkarmadan gider, kaldırır 
        yarden.) 
        K. KEŞİŞ : Kuşku bir çeşit mutluluk veriyor insana, neden acaba? 
        ANDREA : Lekeleri biz neden incelemiyoruz, Bay Galilei? 
        GALİLEO : Yüzen cisimleri inceliyoruz da ondan. 
        ANDREA : Anamda bir sepet dolusu mektup birikti. Bütün Avrupa bu konuda 
        ne düşündüğünüzü bilmek istiyor. Öylesine yayıldı ki, ününüz, susamazsınız 
        artık. 
        GALİLEO : Vatikan, ünümün yayılmasına, sustuğum için izin veriyor. 
        FEDERZONİ : Ama artık susup göz yumamazsınız, olmaz. 
        GALİLEO : Kuzu budu gibi ateşte kızartılmaya da göz yumamam. 
        ANDREA : Yani, güneş lekeleri de o işle mi ilgili, diyorsunuz? 
        GALİLEO : Bir öykü anlatayım size. Zorbalık döneminde, bir gün Giritli 
        Filozof Keunos’un evine bir gizli görevli çıkagelir. Girit’e egemen olanların 
        ona verdiği bir belgeyi gösterir. Bu belgede ayak bastığı her yerin ona 
        ait sayılacağı, dilediği her yemeğin ona sunulacağı, karşılaştığı herkesin 
        ona hizmet etmek zorunda olduğu yazılıdır. Görevli oturur, yiyecek ister, 
        yıkanır, yatar ve yüzü duvara dönük olarak şunu sorar: “Bana hizmet edecek 
        misin?” Keunos adamın üstünü örter, sinekleri kovar, başucumda uyumasını 
        bekler ve yedi yıl boyunca, o gün yaptığı gibi, adamın her dilediğini 
        yerine getirir. Yalnız bir tek kelime konuşmamaya özen gösterir. Yedi 
        yıl sonra, bir gün bunca buyruk, uyku ve yemekten şişmanlayan görevli 
        ölür. Keunos onu eski bir örtüye sarıp dışarıya sürükler, çarşaflarını 
        yıkar, evi baştan başa temizler, derin bir nefes aldıktan sonra “Hayır,” 
        diye yanıt verir. 
        ANDREA : İyi ya, biz gene buz parçalarına bakalım, bunlardan size zarar 
        gelmez. 
        GALİLEO : Doğru. Savımız nedir, Andrea? 
        ANDREA : Bir cismin suda yüzebilirliği, cizmin biçimine değil, sudan hafif 
        ya da ağır olmasına bağlıdır, diyoruz. Sudan hafif olan her şey yüzer, 
        daha ağır olan her şey batar. 
        GALİLEO : Aristo ne diyor? 
        K. KEŞİŞ : (Kitaptan okur) “Diskus latus”... 
        GALİLEO : Bırak şu Latinceyi. Dilimize çevir şunu yahu! 
        K. KEŞİŞ : Geniş yassı bir buz tabakası suda yüzer, buna karşılık, demir 
        bir iğne dibe batar. 
        GALİLEO : Buz niye batmıyor, Aristo’ya göre? 
        K. KEŞİŞ : Geniş ve yassı olduğundan, suyu yaramadığından. 
        GALİLEO : Peki. (Bir buz parçası alıp leğene koyar.) 
      Şimdi buzu leğenin dibine 
        doğru bastırıyorum. Elimi çekiyorum, ne oluyor? 
        K. KEŞİŞ : Gene suyun üstüne çıkıyor. 
        GALİLEO : Doğru. Hani yaramıyordu. Demek ki yukarı çıkarken suyu yarabiliyor, 
        öyle mi, Fulgenzio! 
        K. KEŞİŞ : Nasıl oluyor da yüzüyor, peki? Sudan daha ağır değil mi buz? 
        ANDREA : Sudan daha hafif olması gerekir ki, yüzebilsin. 
        GALİLEO : Hah! 
        ANDREA : Aynı biçimde demir iğne yüzmez. Sudan hafif olan her şey yüzer, 
        ağır olan her şey batar. İşte kanıtlandı. 
        GALİLEO : Andrea, Özenli düşünmeyi öğrenmelisin. Ver bana iğneyi. Bir 
        parça kağıt. Demir, sudan ağır mı? 
        ANDREA : Evet. (Galileo iğneyi kâğıt parçasının üstüne yerleştirip suyun 
        üstünde yüzdürür. Sessizlik.) 
        GALİLEO : Ne oluyor? 
        FEDERZONİ : İğne yüzüyor! Hey gidi koca Aristo! Dediğin doğru mu, değil 
        mi, denemek bugüne kadar kimsenin aklına gelmemiş. (Gülerler) 
        VİRGİNİA : Ne oldu? 
        Bn. SARTİ : Ne zaman böyle gülseler yüreğim ağzıma gelir. Gene ne dolaplar 
        çeviriyorlar acaba diye düşünürüm. 
        GALİLEO : Bilimin bunca yoksul olmasının nedeni, kendini çok zengin sanmasıdır. 
        Bilimin amacı kapılarını sonsuz bilgiye açmak değil, sonsuz yanlışa bir 
        sınır koyabilmektir. Alın notlarınızı. (Ludovico Marsilli girer. Yol kılığındadır. 
        Arkasından eşyalarını taşıyan bir uşak. Virginia koşar, boynuna sarılır.) 
        VİRGİNİA : Geleceğini niçin yazmadın? 
        LUDOVİCO : Bucciole’deki bağlarımıza bakmaya gelmiştim, sana uğramadan 
        edemedim. 
        GALİLEO : (Gözlerini kısarak bakar.) Kim o? 
        VİRGİNİA : Ludovico. 
        K. KEŞİŞ : Göremiyor musunuz, Bay Galilei? 
        GALİLEO : Ha evet, Ludovico. (Karşılamaya gider) Atlar ne alemde? 
        LUDOVİCO : Atlar iyi, efendim. 
        GALİLEO : Sarti, kutlamalıyız bu günü. O Sicilya şarabından bir testi 
        getirin bakalım, eskisinden. (Bayan Sarti Andrea’yla çıkar.) 
        LUDOVİCO : (Virginia’ya) Solgun görünüyorsun. Köy havası sana iyi gelecek. 
        Annem eylülde bekliyor artık. 
        VİRGİNİA : Dur bir dakika. Sana gelinliğimi göstereyim. (Koşarak çıkar.) 
        GALİLEO : Otursana. 
        LUDOVİCO : Üniversitedeki derslerinizi bini aşkın öğrenci izliyormuş, 
        efendim. Ne üstüne çalışıyorsunuz bu ara? 
        GALİLEO : Hep aynı şeyler. Roma üzerinden mi geldin? 
        LUDOVİCO : Evet. Unutmadan söyleyeyim. Güneş lekeleri konusunda Hollandalıların 
        kopardıkları yaygaraya karşılık takındığınız ölçülü tutumdan ötürü annem 
        sizi kutluyor. 
        GALİLEO : (Soğuk) Sağ olsun. (Sarti ve Andrea girerler. Ellerinde bardaklarla 
        bir testi şarap vardır. Masanın çevresine otururlar.) 
        LUDOVİCO : Romalılar Şubat ayı boyunca konuşacak yeni bir konu buldular. 
        Peter Clavius, güneş lekeleri yüzünden bu “güneşin çevresinde dönen dünya 
        şamatası” gene alevlenecek diye kaygılanıyor. 
        ANDREA : Hiç kaygılanmasın. 
        GALİLEO : Benim işleyebileceğim yeni günahlardan başka bir söylenti yok 
        mu Kutsal Roma’da? 
        LUDOVİCO : Papanın ölüm döşeğinde olduğunu duydunuz sanırım. 
        K. KEŞİŞ : Aman Tanrı’m. 
        GALİLEO : Kim geçecek diyorlar yerine? 
        LUDOVİCO : Çoğunluk Barberini diyor. 
        GALİLEO : Barberini. 
        ANDREA : Bay Galilei Barberini’yi tanır. 
        K. KEŞİŞ : Kardinal Barberini Matematikçidir. 
        FEDERZONİ : Papalık tahtında bir bilim adamı, ha? (Sessizlik)  
        GALİLEO : Demek Barberini gibi az buçuk matematik okumuşlar aranıyor artık: 
        İşler düzeliyor desene Federzoni. İki kere ikinin dört ettiğini korkmadan 
        söyleyeceğimiz günü görebileceğiz demektir. (Ludovico’ya) Ben bu şarabı 
        çok severim, Ludovico. Sen nasıl buldun? 
        LUDOVİCO : Güzel şarap. 
        GALİLEO : Bağını bilirim, sarp, taşlı yamaçtadır, maviye çalar taneleri. 
        Bayılırım bu şaraba. 
        LUDOVİCO : Evet, efendim. 
        GALİLEO : Gölgeler vardır bu şarapta. Handiyse tatlıdır içimi. Ama “handiyse”. 
        Andrea, kaldır şunları: Buzu, iğneyi, leğeni. Bedenimizin de hakkını vermeli. 
        Bedenin istediklerini zayıflık sayan korkaklara hiç katlanamam. Bir şeyin 
        tadını çıkarabilmek hünerdir, derim. 
        K. KEŞİŞ : Ne yapmayı tasarlıyorsunuz, efendim? 
        GALİLEO : “Güneşin çevresinde dönen dünya şamatası”nı başlatıyoruz gene. 
        ANDREA : (Mırıldanarak) 
        Kutsal kitaba göre dönmüyor. 
        Uzmanlar da bunu kanıtlıyor 
        Papa da yerinde dursun diyor 
        Ama gene de dünya dönüyor 
      (Andrea, Federzoni ve Küçük 
        Keşiş deney masasına koşup üstünü boşaltırlar.) 
        ANDREA : Bakarsın güneşin de döndüğünü görürüz. Ne dersin Marsilli? 
        LUDOVİCO : Bu coşkunun nedenini anlamıyorum. 
        Bn. SARTİ : Gene o şeytan işine mi başlayacaksınız, Bay Galilei? 
        GALİLEO : Annenin seni buraya neden yolladığını anlıyorum. Barberini tahta 
        çıkıyor. Bilgi bir tutku olacak, araştırmak keyiflerin en güzeli. Clavius 
        haklı, güneş lekeleri beni gerçekten ilgilendiriyor. Söyle bakalım Ludovico, 
        benim işimle, gökbilimle kızımın ne ilgisi var? Venüs gezegeninin evreleri 
        kızımın kıçını etkilemez. 
        Bn. SARTİ : Bayağılaşmayın bu kadar. Virginia’yı çağırıyorum. 
        LUDOVİCO : (Bn. Sarti’yi durdurur) Bizimki gibi ailelerde evlilik yalnız 
        cinsel kaygılarla yapılmaz, Bay Galilei. 
        GALİLEO : Sekiz yıldır evlenmekten alakoydular seni. Uslu oturup oturmayacağımı 
        sınamak için değil mi? 
        LUDOVİCO : Karım kilisede, ailemize ayrılan yerde oturacak. 
        GALİLEO : Köylülerimizin kirayı ödeyip ödememesi gelin hanımın babasının 
        dindarlığına mı bağlı? 
        LUDOVİCO : Bir bakıma öyle. 
        GALİLEO : Andrea, Fulgenzio, bakır aynayla, perdeyi getirin. Gözlerimizi 
        korumak için güneşi perdeye yansıtacağız. (Andrea’yla Küçük Keşiş söylenenleri 
        getirirler.) 
        LUDOVİCO : Roma’dayken bir bildiri imzalamıştınız. Bu işlerle uğraşmayacağınıza 
        söz vermiştiniz. 
        GALİLEO : O, o zamandı! Gerici bir Papa’mız vardı o zaman! 
        Bn. SARTİ : Vardı diyor! Papa Hazretleri ölmedi ki daha! 
        GALİLEO : Eli kulağında. Sarti, eli kulağında. 
        LUDOVİCO : Papa Hazretleri bu dünyadan göçse bile, yerine gelen, kim olursa 
        olsun, bilim sevgisi ne denli büyük olursa olsun, ülkedeki önemli ailelerin 
        ona göstereceği sevgiyi de kesinlikle kollamak zorunda kalacaktır. 
        K. KEŞİŞ : Tanrı dünyayı yarattı, Ludovico. Tanrı insan aklını yarattı; 
        Tanrı fiziğe izin verecektir. 
        Bn. SARTİ : Galileo, sana bir şey söyleyeceğim. Oğlum “deney”lerle, bu 
        “gözlem”lerle gözümün önünde günaha girdi, elimden bir şey gelmedi. Baştakilere 
        karşı çıktın, seni uyardılar. Bir süre dayandın, ama iki ay önce, tavan 
        arasında gizli gizli çalışırken yakaladım seni. Peki bir şey demedim, 
        hemen kiliseye gidip bir mum yaktım. Baş başa kaldığımız zaman akıllı 
        uslu konuşuyorsun, “tutacağım kendimi, tehlikeli olduğunu biliyorum,” 
        diyorsun. Sonra bir bakıyorum gene başlamışsın, eskisinden beter. Senin 
        gibi bir dinsizin yanından ayrılmıyorsam, cehennemde yanacaksam, o benim 
        bileceğim iş. Ama kızının mutluluğunu o koca ayaklarınla çiğnemeye hakkın 
        yok, bunu bilesin. 
        GALİLEO : (Canı sıkkın, homurdanarak) Teleskopu getirin. 
        LUDOVİCO : (Dışarı seslenir) Giuseppe, eşyalarımı arabaya koy. 
        Bn. SARTİ : Kızcağız dayanamaz buna! Artık kendin söylerisin. (Koşarak 
        çıkar) 
        LUDOVİCO : Gene başlıyorsunuz anlaşılan. Bay Galilei, annemle ben, yılın 
        dokuz ayını Campagna’daki topraklarımızda geçiririz. Jüpiter’in uyduları 
        üzerine yazdıklarınız vız gelir bizim köylülere. Başlarını kaşıyacak vakitleri 
        yok. Ama kutsal kiliseye dil uzatanlar cezasız kalırsa tedirgin olabilirler. 
        Hayvandan pek fark yoktur zavallıların. Çiftliğe dert yanmaya geldiklerinde 
        annem hep bir köpek kırbaçlatır gözlerinin önünde, düzeni, disiplini hatırlasınlar, 
        çizmeden yukarı çıkmasınlar diye. 
        GALİLEO : (Kaba) Delikanlı beni işimden alıkoyuyorsun. (Ötekilere) Perde 
        hazır mı? 
        ANDREA : Evet. Geliyor musunuz? 
        GALİLEO : Disiplini sağlamak için siz yalnız köpekleri değil, başkalarını 
        da kırbaçlatabilirsiniz, değil mi Marsilli? 
        LUDOVİCO : Korkunç zeki bir adamsınız Bay Galilei. Yazık. 
        K. KEŞİŞ : (Hayretler içinde) Gözdağı veriyor size. 
        GALİLEO : Sana da. Irgatlarının aklını çelebiliriz. Yeni şeyler düşünmelerini 
        sağlayabiliriz. Uşaklarının da, kahyalarının da. 
        FEDERZONİ : Latince bilmezler ki. 
        GALİLEO : Azınlık için Latince yazacağıma, çoğunluk anlasın diye halkın 
        diliyle yazabilirim. 
        LUDOVİCO : Tutkularınızın kölesi olmuşsunuz, her zaman da öyle kalacaksınız. 
        Benim adıma Virginia’dan özür dileyin. Onu görmesem daha iyi olacak sanırım. 
        (Gider) 
        GALİLEO : Çeyizi emrinizdedir, ne zaman isterseniz. 
        ANDREA : Bütün Marsilli’lere saygılar! 
        FEDERZONİ : Sarayları yıkılmasın diye, dünyaya durmasını emredenlerin 
        hepsine saygılar! 
        ANDREA : Cenci’lere, Villani’lere de! 
        FEDERZONİ : Cervilli’lere! 
        ANDREA : Lecchi’lere! 
        FEDERZONİ : Pirleoni’lere de! 
        ANDREA : Halkı ezdiği için Papanın ayağını öpenlerin hepsine selam! 
        K. KEŞİŞ : (Teleskopun başında) Yeni papa aydın biri olacak. 
        GALİLEO : Şimdi güneşin üstündeki lekeleri araştırmaya başlıyoruz, bizi 
        ilgilendirdiği için, her şeyi göze alarak yeni Papaya fazlaca bel bağlamadan. 
        ANDREA : (Sözünü keserek) Fabricius’un Paris ve Prag’ın bütün görüşlerini 
        çürüterek güneşin döndüğünü kanıtlayacağız. 
        GALİLEO : Kanıtlayacağız değil, Andrea, kanıtlamaya çalışacağız. Amacım, 
        bugüne kadar bulduklarımın doğruluğunu kanıtlamak değil; amacım doğru 
        olup olmadıklarını anlamak. Her şeyi araştıracağız, her şeyi yeni baştan. 
        Koşar adımla değil, sümüklü böcek hızıyla. Bugün bulduğumuzu yarın sileceğiz 
        defterden, ancak bir kez daha bulursak aynı şeyi, o zaman yeniden yazacağız. 
        Bulmak istediğimizi bulursak, ona özel bir kuşkuyla bakacağız. Şimdi güneşle 
        ilgili gözlemlerimize dünyanın durduğunu kanıtlamak istiyormuş gibi başlayalım. 
        Yenik düşersek, bütün çabamız boşa giderse, yanıldığımızı kesin olarak 
        görür, başka hiçbir çıkar yol bulamazsak ancak o zaman haklıymışız, dünya 
        gerçekten dönüyormuş diyebiliriz. (Göz kırpar) Ama, ondan sonra acımak 
        yok, ha! Araştırmadan, incelemeden konuşanların canını okuruz. Kaldırın 
        örtüyü, güneşe çevirin teleskopu. (Yansıtıcıyı ayarlar.) 
        K. KEŞİŞ : Çalışmaya başladığımızı ben anlamıştım, Bay Galilei. Ludovico’yu 
        ilk bakışta tanıyamadınız. O zaman anladım. 
      (Sessizce gözleme başlarlar. 
        Güneşin görüntüsü perdede belirince, Virginia gelinliğiyle koşarak gelir.) 
      VİRGİNİA : Baba, nasıl yaparsın 
        bunu? (Bayılır. Andrea’yla, Küçük Keşiş yardımına koşarlar.) 
        GALİLEO : Gerçeği bilmem gerekiyor. 
      IX 
      ARADAN 
        GEÇEN ONYIL İÇİNDE, GALİLEO’NUN DÜŞÜNCELERİ HALK ARASINDA YAYILMAYA BAŞLAMIŞTIR. 
        GÜLMECE YAZARLARI, SOKAK ŞARKICILARI, ŞARKILARINDA HEP BU KONUYU TAŞLAMAKTADIRLAR. 
        1632 YILI KARNAVALINDA İTALYA’’NIN HER YANINDA BU KONU ELE ALINMIŞ, KARNAVAL 
        EĞLENCELERİ HEP GÖKBİLİMİ ÜZERİNE DÜZENLENMİŞTİR.  
        
      PAZAR 
        YERİ 
      ( Kimi maskeli, kimi 
        maskesiz bir kalabalık Karnaval alayını beklerken sokak şarkıcısı bir 
        karı koca gösteri yaparlar.)  
      ŞARKICILAR : Saygıdeğer 
        Baylar Bayanlar! Kuzey İtalya’nın dilinden düşmeyen bir Floransa türküsünü, 
        büyük masraflardan kaçınmadan, buraya sizlere getirdik. Karnaval alayından 
        önce dinleyin bizi. Türkünün adı: Saray Fizikçisi Galileo Galilei’nin 
        Korkunç Düşünceleri, ya da, Geleceğe Bir Göz Atalım!  
      Dünyayı yoktan var eden ulu 
        tanrı  
        “Işık gerek”, dedi, güneşi çağırdı.  
        “Senin işin aydınlatmaktır dünyayı.  
        Çevresinde gezdireceksin lambanı.”  
        Tanrı buyruğuna göre bundan böyle 
        Astlar dönecek üstlerin çevresinde.  
        Ve der demez başladı herkes dönmeye  
        Büyüklerin çevresinde küçükler 
        Güçlülerin çevresinde güçsüzler 
        Hem gökyüzünde böyle, hem yeryüzünde.  
        Papanın çevresinde kardinaller  
        Kardinallerin çevresinde piskoposlar  
        Piskoposların çevresinde uzmanlar  
        Uzmanların çevresinde uşaklar  
        Uşakların çevresinde hizmetçiler 
        Hizmetçilerin çevresinde köpekler, tavuklar, dilenciler... 
      Saygıdeğer Baylar, Bayanlar, 
        Büyük Düzen denir buna. Orda Ordinum Tanrıbilimcilerin deyimiyle. Ama, 
        bakın n’oldu sonunda. Derkeeen...  
      Bilgin Galileo geldi günün 
        birinde  
        Fırlattı İncil’i, koştu dürbününe  
        Bir göz atar atmaz koca evrene  
        “Dur bakalım, kımıldama!” dedi güneşe  
        “Bundan sonra işler şöyle gelişecek 
        Hanım hizmetçinin çevresinde dönecek.”  
      Hayır, olmaz öyle şey! Bir 
        yolunu bulalım, 
        Hizmetçi takımı azıttı, bu böyle gitmez.  
        Gene de eğri oturup, doğru konuşalım 
        Kendi başına buyruk olmayı kim istemez? 
      Saygı değer yurttaşlar, 
        katlanılır şey mi bu?  
      Sonu neye varır ki bunun? 
        Uşak miskin, hizmetçi pişkin  
        Zangoç kiliseye boş verir 
        Çırak yataktan çıkmaz uyur. 
        Olmaz öyle şey! Olur mu? Sorarım herkese  
        Şakası kalmadı. İncil’le alay edilmez.  
        Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse 
        Kendi başına buyruk olmayı kim istemez? 
      Bakın şimdi de, Bayanlar, 
        Baylar, büyük bilgin Galileo Galilei nasıl görüyor geleceği?  
      Balık pazarında iki kadın 
        Ne yapacaklarını bilmez, şaşkın  
        Balıkçı elinde bir tutam ekmek 
        Kendi yutuyor balıkları tek tek.  
      Duvarcı toprağı kazıyor  
        Su taşıyor, kireç karıyor  
        Tuğla üstüne tuğla koyuyor 
        Ev bitince, kuruluyor içine.  
      Olur şey midir bu? Şaka değil 
        arkadaşlar 
        Boynumuza geçen ip sağlam değilse kopar 
        Herkes yerini bilsin, bu işler böyle gitmez  
        Kendi başına buyruk olmayı kim istemez?  
      Kiracı kiraları ödemesin 
         
        Köylü efendisini tekmelesin 
        Papazın içeceği sütü kadın  
        Tutsun kendi çocuklarına versin  
      Olur şey midir bu? Yeter 
        Galileo, yeter! 
        Herkes yerini bilsin, İncil şakaya gelmez  
        Eğri oturup da doğru konuşursak eğer 
        Kendi başına buyruk olmayı kim istemez? 
      Bende dağıttım kendimi bir 
        ara  
        Hele dur bakalım, dedim kocama  
        A canım senin yaptığını 
        Başka bir gezegen yapamaz mı acaba? 
      Olur mu? göz yumulur mu? 
        Hayır, üç kez hayır! 
        Tasmasını çözersen azgın köpek saldırır 
        Dediğim dedik, çaldığım düdük, bu böyle gitmez  
        Ama gene de, kendi başına buyruk olmayı kim istemez?  
      Acılarla yaşamayın yeryüzünde 
         
        Kalkın hadi, biraz toparlanın şöyle  
        Galileo Galilei’den öğrenin  
        A B C’ sini büyük mutluluğun 
        İnsan olan acıya katlanıp boyun eğmez  
        Kendi başına buyruk olmayı kim istemez?  
      (Şarkı boyunca, sahne 
        değişik masklar taşıyan oyuncularla dolmuştur. Şarkının bitiminde, Galileo’nun 
        çok büyük boyutlu bir kuklası getirilir.) 
      ŞARKICILAR : Bayanlar, Baylar, 
        işte Galileo Galilei, incil’i yok eden adam! (Kalabalıktan gürültülü kahkaha 
        ve alkışlar.) 
      X 
      1633 
        : ENGİZİSYON DÜNYACA ÜNLÜ BİLGİNİ ROMA’YA ÇAĞIRIYOR 
      Ova sıcak; doruk soğuk 
        Sokak taşkın, saray suskun 
      FLORANSA’DAKİ 
        MEDİCİ SAYAYININ BEKLEME ODASI  
      (Galileo’yla kızı, Floransa 
        Dukasının kendilerini kabul etmesini beklemektedirler.) 
      VİRGİNİA : Uzun sürdü.  
        GALİLEO : Evet.  
        VİRGİNİA : O adam burada gene. izliyor bizi. (Onlara bakmadan geçen birini 
        gösterir. ) 
        GALLİLEO : (Gözleri iyi görmez artık ) Tanımıyorum.  
        VİRGİNİA : Son günlerde sık sık görüyorum. Ürkütüyor beni.  
        GALİLEO : Saçma. Floransa’dayız. Korsikalı haydutların arasında değil. 
         
        VİRGİNİA : Rektör Gaffone geliyor.  
        GALİLEO : Ben de ondan korkuyorum işte. Budala. Şimdi gene anlatır, anlatır, 
        anlatır... 
      (Üniversitenin Rektörü, 
        Duka’nın yanından gelmektedir. Galileo’yu görünce irkilir, başını kaldırmadan, 
        onlara hiç bakmadan geçer gider önlerinden. ) 
      GALİLEO : Ne oluyor buna 
        böyle? Gözlerim gene kötü bugün. Selam verdi mi,vermedi mi, göremedim. 
        VİRGİNİA : Belli belirsiz. Yeni kitabında neler var baba? Dine karşı bir 
        şey bulabilirler mi içinde? 
        GALİLEO : Kiliseye fazla dadandın sen. Sabah karanlığında duaya koşmaktan 
        vazgeçmezsen cildin bozulacak, bak görürsün. Benim için dua ediyorsun, 
        değil mi? (Sessizlik. Biri geçer.) 
        GALİLEO : Galliardo değil mi bu? Galliardo! Galliardo! (Adam bakmadan 
        acele çıkar) Beni görmüş olması gerekir. Topçuluk dairesi başkanı. Vebadan 
        kaçıyor sanki. Bir şeyler oluyor. Papalığın izin belgesi olmasa, kitaptan 
        diyeceğim. Kitabın sansürden geçtiğini biliyorlar. Bundan ötürü bir tuzak 
        kurmaya kalkışacak olurlarsa, papa kesinlikle karşı koyacaktır, ondan 
        kuşkum yok. Duka öğrencim ne de olsa. Durumu anlatırım. 
        VİRGİNİA : (Yumuşak) Duka gerçekten çağırdı mı seni, bugün buraya?  
        GALİLEO : Çağırmadı ama, geldiğimi biliyor, içeri haber verdiler. Kitabı 
        istiyor; parasını o ödedi. Bir sor bakalım şu görevliye, niye bekletiyorlar 
        bizi bunca zamandır? 
        VİRGİNİA : (Görevliyle konuşmaya gider. Onları sürekli izleyen adam peşindedir.) 
        Babamın görüşme isteği Duka Hazretlerine iletildi mi acaba?  
        GÖREVLİ : Ben nerden bileyim? 
        VİRGİNİA : Soruma karşılık değil bu.  
        GÖREVLİ : Değil mi?  
        VİRGİNİA : Saygılı olmak zorundasınız. (Görevli sırtını çevirir Virginia’ya, 
        öteki adama bakarak esner. ) 
        VİRGİNİA : (Babasının yanına gelir) Duka Hazretlerinin işi varmış biraz. 
         
        GALİLEO : “Saygılı” dedin. Öyle bir şey duydum. Neydi o? 
        VİRGİNİA : Hiç. Saygılı davrandığı için teşekkür ettim. Baba, kitabı bırakıp 
        gidemez miyiz? Boşuna vakit yitiriyorsun.  
        GALİLEO : Hani nerdeyse, vaktimin ne değeri var diyesin geliyor. Sagredo 
        beni Padova’ya çağırıyordu. Belki de birkaç haftalığına oraya gideriz 
        ha? Sağlığım eskisi gibi değil.  
        VİRGİNİA : Kitapların yanında olmadan yaşayamazsın sen.  
        GALİLEO : Bir iki sandık da o Sicilya şarabından koyarız arabaya.  
        VİRGİNİA : O şarap yola dayanmaz, taşımaya gelmez derdin hep. Hem sarayın 
        üç aylık borcu daha var sana, parayı dünyada göndermezler oraya. 
        GALİLEO : Doğru. (Engizisyon Kardinali Duka’nın yanından çıkar.) 
        VİRGİNİA : Engizisyon’un Başkanı. (Kardinal, önünden geçerken Galileo’yu 
        yerlere kadar eğilerek selamlar. ) 
        VİRGİNİA : Kardinalin Floransa’da ne işi var, baba? 
        GALİLEO : Bilmem. Saygılı davrandı. Onca yıl sustum ben de. Öylesine övdüler 
        ki beni, artık olduğum gibi kabul etmek zorundalar. 
        VİRGİNİA : Şşşşşt! Saray Nazırı. (Saray Nazırı gelir.) 
        NAZIR : Duka Hazretleri, size ayıracak zaman bulabileceğini umuyordu, 
        Bay Galilei. Yazık ki, süvari okulunun geçit törenine katılmak üzere hemen 
        gitmek zorunda. Hangi konuda görüşmek istiyordunuz kendisiyle? 
        GALİLEO : Efendimize, yeni kitabımı sunmak istiyordum.  
        NAZIR : Gözleriniz nasıl bugün? 
        GALİLEO : Şöyle böyle. Duka hazretlerinin yüksek izinleriyle kitabımı... 
        NAZIR : Efendimiz gözlerinizin durumuna gerçekten üzülüyorlar. Acaba çok 
        uzun süre ve çok sık mı baktınız o eşsiz teleskopunuzdan? (Kitabı almadan 
        gider, arkadaki görevlilerle konuşur.) 
        GALİLEO : Kitabı almadı.  
        VİRGİNİA : Baba, korkuyorum.  
        GALİLEO : (Alçak sesle, kararlı) Toparla kendini, bir şey sezdirme. Eve 
        gitmiyoruz. Camcı Volpi’ye gideceğiz. Önceden anlaşmıştık. Boş fıçı yüklü 
        bir araba, gerektiğinde beni buradan götürmek için avluda bekleyecekti. 
        VİRGİNİA : Biliyordun demek? 
        GALİLEO : Arkana bakma sakın. (Saray Nazırı geri gelir.) 
        NAZIR : Bay Galilei! Kutsal Engizisyon’un sizi Roma’da yargılama isteğine, 
        Floransa sarayının daha fazla karşı koyamadığını Duka Hazretleri size 
        bildirmemi istediler. Engizisyonun arabası dışarıda bekliyor, buyurun 
        Bay Galilei.  
      XI 
      PAPA 
        VATİKAN’DA BİR SALON 
      (Papa Urban VIII - Eski 
        Kardinal Barberini Engizisyon Kardinalini huzura kabul etmiştir. Konuşma 
        sırasında kendisine tören giysileri giydirilmektedir. Dışarıda birçok 
        kişinin ayak sesleri duyulur.) 
      PAPA : (Yüksek sesle ) Hayır! 
        Hayır! Olmaz!  
        KARDİNAL : Bütün fakültelerin profesörleri, bilginler, Kutsal kilisenin 
        her katından din adamları bugün, burada, ağzınızdan çıkacak sözü bekliyorlar. 
        Kutsal kitap’a sonsuz inançla bağlı olan bu insanların karşına çıkıp, 
        Kutsal kitap’ta yazılanların doğru olmadığını mı söyleyeceksiniz? 
        PAPA : Aritmetik cetvellerinin yok edilmesine göz yumamam. Hayır.  
        KARDİNAL : Efendimiz, korkunç bir kargaşa kapladı yeryüzünü. Her şeyi 
        aritmetikle açıklamayan kalkıyorlar. “Bu iş hesap kitap işi. Sayılara 
        karşı çıkamazsınız,” diyorlar. Peki, nerden çıkıyor bu sayılar? Kuşkudan 
        elbet, herkes biliyor bunu. Bu adamlar hiçbir şeye inanmıyorlar, her şeye 
        kuşkuyla bakıyorlar. Bundan böyle toplumu inanç yerine kuşku üstüne mi 
        kuracağız? “Benim efendimsin ama, bunun iyi bir şey olup olmadığından 
        kuşkuluyum.” “Bu ev, bu kadın senin, ama bilmem benim de olabilir belki.” 
        Bir yandan veba, bir yandan savaşlar,bir de Reform hareketinin kiliseyi 
        parçalayıp zayıf düşürdüğü bir dönemde bakıyorsunuz, matematikçi geçinen 
        bir takım sürüngenler teleskoplarını göğe dikiyorlar ve bütün dünyaya, 
        Papalığın bu alandaki görüşlerinin yanlışlığını yayarak, gücünü, yetisini 
        sarsıyorlar. Gemilerin okyanuslara açılmasından bu yana, zaten artık Tanrı’ya 
        değil, pusula dedikleri o bakır kutuya inanır oldular. Bu Galileo daha 
        çok gençken başlamış makinalarla yazılar yazmaya. Makinalarla mucizeler 
        yaratacaklarmış. Öyle ya Tanrı’ya ne gerek var artık, bundan böyle kendileri 
        yaratacaklar mucizeleri.  
        PAPA : Adam çağımızın en büyük fizikçisi. İtalya’nın övünç kaynağı, herhangi 
        bir kaçık değil. 
        KARDİNAL : Öyle olmasaydı tutuklamak zorunda kalır mıydık? Kitaplarını 
        Latince değil, halk diliyle yazıyor olması da ne yaptığını iyi bildiğini 
        gösteriyor.  
        PAPA : (Kulağı ayak seslerinde) Evet, işin bu yanı pek hoş değil. Söyleyeceğim 
        bunu kendisine. Bu ayak sesleri sinirimi bozuyor. Aklım takılıyor, bağışlayın. 
         
        KARDİNAL : Belki de bu ayak sesleri benim söyleyebildiklerimden daha çok 
        şey söylüyor size, efendimiz. Kararınızı bekleyen bu insanları düş kırıklığına 
        uğratmayacağınızı umarım.  
        PAPA : Adamın dostları var. Fransa’yı düşünün. Viyana sarayını. Kutsal 
        kilise, çürümüş ön yargıların çöplüğü olmuş, demezler mi? Kılına dokundurtmam 
        onun. 
        KARDİNAL : Uygulamada fazla ileri gitmeye gerek yok. Rahatına düşkün adamdır. 
        Çabuk boyun eğer. 
        PAPA : Yaşamanın tadını o denli çıkarmayı bilen bir başka insan tanımadım. 
        Düşünmekten neredeyse cinsel bir tat alır. Eski bir şaraba, ya da yeni 
        düşünceye hayır demesi olanaksız. (sessizlik) Fiziksel gerçeklerin burada 
        hüküm giymesini istemiyorum. (sessizlik) Bu ayak seslerine dayanılmıyor. 
        Bütün dünya bura mı toplandı?  
        KARDİNAL : Bütün dünya değil efendimiz, en seçkin kesimi. (sessizlik) 
         
        PAPA : (Bitkin) Bir noktada anlaşalım: İşkence yok. (sessizlik) mutlak 
        gerekliyse araçlar gösterilebilir. 
        KARDİNAL : Yeterlidir, efendimiz. Bay Galilei makinaların dilinden anlar. 
      XII 
      GALİLEO 
        ENGİZİSYON MAHKEMESİ ÖNÜNDE DÜNYANIN DÖNDÜĞÜNÜ YADSIYOR. 
        22 HAZİRAN 1633 
      Hiç unutmam bir haziran günüydü 
        Göz açıp kapamadan güneş söndü 
        Akıl... karanlıkları yarıp geldi 
        Ama bütün gün eşikte bekledi 
      ROMA’DAKİ 
        FLORANSA BÜYÜKELÇİLİĞİ SARAYI  
      (Galileo’nun öğrencileri 
        haber beklemekte, bir köşede Virginia diz çökmüş dua etmektedir.) 
      K.KEŞİŞ : Papa görüşme isteğini 
        kabul etmemiş. Artık bilimsel tartışmalar bitti demek.  
        FEDERZONİ : Son umudu Papa’daydı. Yıllar önce Roma’da kardinalken, “Bize 
        gereklisin sen,” demişti Barberini. Doğru çıktı. Ellerinde şimdi. 
        ANDREA : Öldürecekler onu. Kitabi yarım kalacak. “Discorsi” hiç bitmeyecek. 
        FEDERZONİ : (Kaçamak bir bakışla) Öyle mi diyorsun? 
        ANDREA : Dediğinden dönmeyeceğine göre. (sessizlik)  
        K.KEŞİŞ : Uykusu kaçınca insanın, önemsiz ayrıntılara takılıyor kafası. 
        Dün gece hep düşündüm: sürekli cebinde taşıdığı o ufak kanıtlama taşı 
        şimdi yanında mıdır acaba?  
        FEDERZONİ : Götürüleceği yerde, insanın üstünde cebi olmaz. 
        ANDREA : (Bağırarak) Yapamazlar, göze almazlar bunu. Yapsalar bile, ölürde 
        dönmez sözünden, “Gerçeği bilmeyen sadece aptaldır, ama bilip de yalandır 
        diyen düpedüz alçaktır.” Demişti bir gün. 
        FEDERZONİ : Bende inanmıyorum sözünden döneceğine; zaten dönerse hiç görmeyeyim, 
        öleyim"daha iyi. Ne vaki güçlü olan onlar. 
        ANDREA : Zorbalıkla elde edilmeyecek şeylerde vardır. 
        FEDERZONİ : Kimbilir, vadır belki.  
        K.KEŞİŞ : (Yumuşak) Tam yirmi üç gün oldu bugün, içeri gireli. Görebilmek 
        için gözlerini verdi bu adam. (Sessizlik) ANDREA : (Virginia’yı göstererek) 
        Sözünden dönsün diye dua ediyor. 
        FEDERZONİ : Bırak kızı. Onunla konuştuklarından bu yana aklı başında değil. 
        Floransa’dan, günah çıkardığı papazı getirmişler. (Floransa Dukası’nın 
        sarayında Galileo’yu izlerken gördüğümüz adam gelir.) 
        ADAM : Bay Galileo biraz sonra burada olacak. Bir yatak gerekebilir. 
        FEDERZONİ : Bıraktılar mı?  
        ADAM : Biraz sonra Engizisyon Mahkemesi önünde sözünden dönmesi bekleniyor. 
        Saat tam beşte San Marko kilisesinin büyük çanı çalacak ve Bay Galilei’nin 
        açıklaması kamuya duyurulacak. 
        ANDREA : İnanmıyorum. 
        ADAM : Yollar kalabalık. Onun için arka taraftan, bahçe kapısından getirecekler 
        buraya. (Gider.) 
        ANDREA : (Birden bağırarak) Ayda dünya gibidir, kendi ışığı yoktur. Venüs’ün 
        de kendi ışığı yoktur. Dünya gibi, o da, güneşin çevresinde döner. Jüpiter’in 
        dört uydusu vardır. Çevresinde dönerler. Yıldızlar kristal bir kubbeye 
        çakılı değildir. Güneş evrenin merkezidir, olduğu yerde durur. Dünya merkez 
        değildir, kımıldamadan durmaz yerinde. Bütün bunları o gösterdi bize. 
         
        K.KEŞİŞ : Gözle görülen gerçek de zorbalıkla yok edilemez. (Sessizlik) 
        FEDERZONİ : (Bahçedeki güneş saatini bakar.) Saat beş (Virginia daha yüksek 
        sesle dua eder.) 
        ANDREA : Bekleyemeyeceğim artık. Gerçeği boğazlayıp öldürüyorlar! (Elleriyle 
        kulaklarını tıkar. Küçük Keşiş de tıkar. Ama çan sesi duyulmaz. Virginia 
        ‘nın dua mırıltısıyla dolu bir aradan sonra Federzoni başını “Hayır” anlamına 
        sallar. Ötekiler ellerini indirirler. 
        FEDERZONİ : (Boğuk bir sesle) Çan çalmıyor. Beşi üç geçti.  
        ANDREA : Direniyor.  
        K.KEŞİŞ : Dönmüyor sözünden.  
        FEDERZONİ : Dönmüyor. Ne mutlu bize, ne mutlu!(Birbirlerine sarılırlar. 
        Çok sevinçlidirler.) 
        ANDREA : Demek zorbalıkla olmuyormuş. Bazı şeylere güç yetmiyormuş. Demek 
        aptallık alt edilebilirmiş, dokunulmazlığı yokmuş. İnsanoğlu ölümden korkmuyormuş 
        demek. 
        FEDERZONİ : İşte şimdi gerçekten başladı bilim çağı. Doğum saatini yaşıyoruz. 
        Düşünün, ya dönseydi sözünden. 
        K.KEŞİŞ : Bir şey söylemedim, ama çok korkuyordum. İnançsızın biriymişim. 
         
        ANDREA : Ben biliyordum. 
        FEDERZONİ : Gün doğarken gece karanlığı çökmüş gibi olacaktı.  
        ANDREA : Sanki dağ kalmış da: Ben denizim, demiş gibi. 
        K.KEŞİŞ : (Diz çöker, ağlayarak) Tanrı’m, şükürler olsun. 
        ANDREA : Ama her şey değişti bugün. Ezilen insanoğlu başını kaldırıp “Yaşaya 
        bilirim artık” diyecek. Ne çok şey kazanılıyor bir ek insanın dikilip 
        “Hayır” demesiyle. (Tam bu sırada San Marko kilisesinin çanı çalmaya başlar. 
        Hepsi donmuş gibi kalırlar.) 
        VİRGİNİA : (Ayağa kalkar) San Marko’nun çanı! Kurtuldu! (Sokaktan Galileo’nun 
        demecini okuyan tellalın sesi duyulur. ) 
        SES : Ben, Galileo Galilei, Floransa’da matematik ve fizik öğretmeni, 
        bugüne kadar söylediklerimin doğru olmadığını açıklarım. Güneşin evrenin 
        merkezi olup yerinden kımıldamadığı, dünyanın merkez olmayıp güneşin çevresinde 
        döndüğü düşüncesi bütünüyle yanlış ve dine aykırıdır. Bu ve bunun gibi 
        yanlış ve Kutsal Kilisenin öğretisine karşı olan her düşünceyi tüm yüreğimle, 
        inançla ve içtenlikle lanetliyorum. (Sahne kararır) (Aydınlandığında çan 
        çalmaktadır daha, sonra kesilir. Virginia gitmiştir. Galileo’nun öğrencileri 
        oradadır.) 
        ANDREA : (Kahramanları olmayan ülkeye yazıklar olsun! (Galileo girer. 
        duruşma onu bütünüyle değiştirmiş, tanınmaz hale gelmiştir. Andrea’nın 
        sözünü duymuştur. Birkaç saniye eşikte durur, ona selam vermelerini bekler. 
        İçerdekiler yüz çevirir ondan. Galileo iyi görmediği için ağır aksak yürür, 
        öne gelir, bir iskemle bulur, oturur.) 
        ANDREA : Görmek istemiyorum yüzünü. Söyleyin gitsin buradan. 
        FEDERZONİ : Toparla kendini. 
        ANDREA : (Galileo’ya bağırarak) Şarap fıçısı! Obur herif! Kurtardın mı 
        tatlı canını? (Oturur) Ben iyi değilim. 
        GALİLEO : (Soğukkanlı) Bir bardak su verin şuna. (Keşiş koşar, dışardan 
        bir bardak su getirir. Ötekiler Galileo’yla ilgilenmezler. Galileo uzaktan 
        gelen tellalın sesini dinler.) 
        ANDREA : Yardım ederseniz yürüyebilirim.(Yardım ederek kapıya götürürler. 
        Kapıdan çıkarken Galileo konuşur.) 
        GALİLEO : Hayır. Kahramanlara gerek duyan ülkeye yazıklar olsun.  
      XIII 
      1633 
        - 1642 GALİEO GALİLEİ ÖLENE DEĞİN, 
        ENGİZİSYON’UN TUTUKLUSU OLARAK 
        FLORANSA’YA YAKIN BİR KÖYDEKİ EVDE OTURUR, 
        “DİSCORSİ” 
       
        Bin altı yüz üçten  
        Bin altı yüz kırk ikiye 
        Galileo Galilei ölünceye değin  
        Tutuklusu oldu kilisenin 
      BÜYÜK 
        BİR ODA, MASA, DERİ İSKEMLE VE BİR YERKÜRE 
      (Galileo yaşlı bir adamdır 
        artık, gözü hiç görmeyen biri gibi davranır. Virginin elinde bir tabakla 
        gelir. Galileo’nun boynuna bir peçete bağlar, yemeğini yedirmeye başlar.) 
      VİRGİNİA : 
        Eveet, şimdi uslu uslu çorbamızı içelim, ama bir damlasını bile dökmek 
        yok, öyle değil mi? Sonra Baş Piskopos Hazretlerine haftalık mektubumuzu 
        yazmayı sürdüreceğiz. Kendisine teşekkür edeceğiz, değil mi, bize bu güzel 
        çorbayı sağladığı için. Çok mu sıcak çorba?- Gönderdiği her şey için sağlığına 
        duacı olduğumuzu söyleyeceğiz. (Galileo suskun ve söz dinler biçimde yemeğini 
        yer. Virginia tabağı alır, kapıya doğru yürür. Çıkıyor gibi yapar, ayak 
        seslerini olduğu yerde sürdürür, durur babasını izler.) 
        GALİLEO : (Yazı masasına oturur, bir şeyler yazar. Birden güvensiz bakışlarını 
        kapıya çevirir, orada birinin olduğunu sezmiştir.) Virginia, baca ne olacak, 
        tamirciyi çağırdın mı? (Virginia cevap vermez, sessiz adımlarla çıkar. 
        Galileo yazmayı sürdürür. Yandaki odada Engizisyo’nun, Galileo’yu gözlemlemekte 
        görevlendirdiği bir rahip vardır.)  
        GÖREVLİ : (Virginia’ya) Evet, ne yapacağız? 
        VİRGİNİA : Söylediğim gibi (masadan aldığı kağıdı uzatır) Ara sıra bir 
        şeyler karalıyor. 
        GÖREVLİ : (Kağıda bakar) Okunmuyor. 
        VİRGİNİA : Dedim ya, artık hiç görmüyor. Biliyorsunuz, kitabını da bana 
        yazdırıyordu. 131’le 132’inci sayfaları verdim size. Son sayfalardı. 
        GÖREVLİ : Ne kurttur o. Bir şeyler çeviriyordur gene.  
        VİRGİNİA : Yasalara karşı gelmez. Ben göz kulak oluyorum. En iyisi göz 
        doktorunun çağırtalım, bir baksın. 
        GÖREVLİ : Kimi yazıların dışarı kaçırıldığından kuşkulanıyorlar. Kim çıkarıyor 
        bunları burdan. (İri yapılı bir adam, elinde araçlarıyla gelir, soba onarıcısıdır.) 
        SOBACI : (Bir kağıt gösterir görevliye ) İzin kağıdım. 
        VİRGİNİA : (Sobacıyı içeri alır) Baca tamircisi geldi baba.  
        SOBACI : Gözleriniz nasıl bugün, Bay Galilei, daha iyisiniz ya? (Hafif 
        sesle) Peşimizdeler. Villaggio tutuklandı.  
        GALİLEO : Pek iyi değil gözlerim. (Hafif) Yazılar üstünde miydi? 
        SOBACI : (Hafif) Bendeydi, getirdim. (yüksek sesle) Artık kış geliyor. 
        Ocaksız olmaz. 
        GALİLEO : Evet çok esiyor. (Hafif) Niye getirdin? 
        SOBACI : (Hafif) Burası daha güvenli. 
        GALİLEO : (Hafif) Ver onları bana. (Sobacı kağıtları verir.) 
        SOBACI : (Yüksek) Bacayı yeniden örmek gerekiyor. 
        GALİLEO : Ne gerekiyorsa yapın. Çok soğuk. (Bir yandan kağıtları kürenin 
        içine gizler. ) 
        SOBACI : (Hafif ) Meraklanmayın, kimse benden kuşkulanmıyor. (Yüksek) 
        Tuğlalar olmadan bir şey yapamam. (Virginia girer.) 
        SOBACI : Giriş izni alırsam perşembeye gene gelirim. dediğim gibi suç 
        benim değil.  
        GALİLEO : Tabi değil, tabii değil. 
        SOBACI : İyi akşamlar. (Gider) 
        VİRGİNİA : Hadi, şimdi mektubumuzu sürdürelim bakalım. 
        GALİLEO : Nerde kalmıştık? 
        VİRGİNİA : (Okur) Kilisenin, Venedik tersanesindeki kaynaşmayla ilgili 
        tutumuna gelince, başkaldıran urgancılara karşı Kardinal Spoletti’nin 
        tutumunu desteklediğimi bildirmek isterim. (Virginia yazmaya hazırdır.) 
        GALİLEO : ....desteklediğimi bildirmek isterim. Gündeliklerin arttırılması 
        yerine, onlara Hıristiyan kardeş sevgisi adına parasız çorba dağıtmak 
        daha doğrudur. Bu onlardaki, para sevgisini geliştirmek yerine, Tanrı 
        sevgisini artırır. Nasıl oldu?  
        VİRGİNİA : Çok güzel baba.  
        GALİLEO : Alay ediyorum sanmazlar değil mi? 
        VİRGİNİA : Yoo. Başpiskopos Hazretleri buna bayılacak. (Kapı çalar. Viginia 
        yandaki odaya geçer. Görevli rahip kapıyı açar. Gelen Andrea Sarti’dir. 
        Orta yaşlı bir adamdır artık.)  
        ANDREA : İyi akşamlar. Bilimsel çalışmalarımı Hollanda’da sürdürmek üzere 
        İtalya’dan ayrılıyorum. Geçerken bir uğra, bize ondan haber getir, demişlerdi. 
         
        VİRGİNİA : Seninle görüşmek ister mi, bilmem. Hiç aramadın bizi.  
        ANDREA : Sor bakalım. (Galileo sesi tanımıştır. Kımıldaman durur. Virginia 
        odaya gelir.) 
        GALİLEO : Andrea mı? 
        VİRGİNİA : Evet. Kovayım gitsin mi? 
        GALİLEO : (Hemen karşılık vermez) Al içeri. 
        (Virginia Andrea’yı odaya alır.) 
        VİRGİNİA : (Görevliye) Zarasızdır. Bir zamanlar öğrencisiydi. Düşmanı 
        demektir şimdi.  
        GALİLEO : Bizi yalnız bırak Virgina.  
        VİRGİNİA : Ben de dinlemek istiyorum anlatacaklarını. (Oturur) 
        ANDREA : (Soğuk) Nasılsınız? 
        GALİLEO : Gel, yaklaş. Neler yapıyorsun? İşinden söz et. Hidrolik üstüne 
        çalışıyormuşsun, öyle mi? 
        ANDREA : Amsterdam’dan Fabricius sağlık durumunuzu öğrenmemi istedi. 
        GALİLEO : Sağlığım yerinde. Çok özen gösteriyorlar bana.  
        ANDREA : İyi olduğunuzu iletebileceğime sevindim. 
        GALİLEO : Fabricius da işitirse sevinir. Rahat bir yaşam sürdüğümü söylersin. 
        Boyun eğdiğimden bu yana büyüklerimin sevgisini kazandım. Bilimsel çalışmalarda 
        bulunmama bile izin verdiler - belli sınırlar içinde doğal olarak ve kilisenin 
        gözetimi altında-. 
        ANDREA : Evet. kilisenin sizden hoşnut olduğunu bizde duyduk. Bütünüyle 
        boyun eğmenizin etkileri de açıkça görüldü. O günden bu yana, İtalya’da 
        yeni düşünceleri içeren hiçbir kitabın yayımlanmamış olması yetkililer 
        sevinçle karşılamışlardır. 
        GALİLEO : (Dinler) Yazık ki, kilisenin koruyuculuğunu benimseyen ülkeler 
        de var. Korkarım yasaklanmış düşünceler oralarda yaygınlaşabilir.  
        ANDREA : Oralarda da Kilise’yi mutlu kılan bir gerileme görüldü. 
        GALİLEO : Sahi mi? (Sessizlik) Descartes’tan bir şeyler yok mu? Paris’ten? 
        ANDREA : Düşüncelerinizi yalanladığınızı duyar duymaz “Işığın Doğası” 
        üstüne yazdıklarını çekmecesine kilitlemiş. (Uzun sessizlik) 
        GALİLEO : Kimi bilgin dostlarımı yanlış yola sürüklediğimden ötürü üzülüyorum. 
        Benim durumumdan onlar da gereken dersi aldılar mı? 
        ANDREA : Bilimsel çalışma yapabilmek için Hollanda’ya gitmek zorundayım. 
        Jüpiter!in göze alamadığını büyük Ayı’ya hiç yaptıramazlar. 
        GALİLEO : Anlıyorum. 
        ANDREA : Federzoni Milano’da, bir dükkanda mercek perdahlıyor. 
        GALİLEO : (Güler) Ne yapsın, Latince bilmiyor. (Sessizlik) 
        ANDREA : Küçük Keşişimiz Fulgenzio bilimi bıraktı, yeniden kiliseye sığındı. 
        GALİLEO : Evet. (Sessizlik) Büyüklerim ruhsal sağlığıma kavuşacağım günü 
        iple çekiyorlar. Umduklarından daha çabuk iyileşiyorum. 
        ANDREA : Öyle mi? 
        VİRGİNİA : Tanrı’ya şükürler olsun. 
        GALİLEO : Hadi sen mutfağa.(Kalkar,odadan çıkar.) 
        GÖREVLİ : (Geçerken Virginia’ya) Hiç hoşlanmadım, bu adamdan.  
        VİRGİNİA : Korkacak bir şey yok. Duydun konuştuklarını.(Giderken) Taze 
        keçi peyniri var mutfakta, yeni geldi. (Görevli onu izleyerek çıkar.) 
        ANDREA : Sabah sınıra ulaşabilmem için bütün gece yol almam gerekiyor. 
        Gidebilir miyim? 
        GALİLEO : Niçin geldin Sarti? Beni tedirgin etmek için mi?buraya geleli 
        beri akıllı uslu yaşıyorum. Akıllı uslu düşünmeye çalışıyorum. Gene de 
        arada depreşiyor hastalığım. 
        ANDREA : Öyleyse sizi daha fazla tedirgin etmeyeyim, Bay Galilei.  
        GALİLEO : Barberini uyuza benzetirdi. Kendi de pek kurtulamamıştı zaten. 
        Gene yazıyorum. 
        ANDREA : Doğru mu? 
        GALİLEO : Kitabı bitirdim. 
        ANDREA : “Discorsi”yi mi?”İki yeni bilim üstüne konuşmalar : Mekanik ve 
        Düşen Cisimlerle İlgili Yasalar” burada mı? 
        GALİLEO : Kağıtla kalemi esirgemiyorlar. Büyüklerim alık değil. Köklenmiş 
        bir illetin hemen iyileşmeyeceğimi biliyorlar. Beni tatsız sonuçlardan 
        korumak içinde yazdıklarımı sayfa sayfa elimden alıp kilit altında tutuyorlar. 
        ANDREA : Korkunç!  
        GALİLEO : Bir şey mi dedin? 
        ANDREA : Su da çift sürdürüyorlar size. Rahatlamanız için veriyorlar kağıtla 
        kalemi. Bunu bile bile nasıl yazabildiniz? 
        GALİLEO : Alışkanlıklarımın tutsağıyım ben 
        ANDREA : “Discorsi” Papazların elinde ha? Oysa, Amterdam, Prag, Londra 
        aç kurtlar gibi bekliyorlar. İki yeni bilim! Ha yazılmış ,ha yazılmamış, 
        ne yazık! 
        GALİLEO : Son altı ay boyunca, ay ışının son damlasından yararlanarak, 
        nerdeyse kendimden bile gizleyerek bir örneğini çıkardım yazdıklarımın. 
        Bana kalan şu yürekler acısı rahatımdan da olmayı göze aldım bunu yaparken. 
        ANDREA : Yazdıklarınızın bir örneği mi var? 
        GALİLEO : Yazarın adının bir zamanlar az da olsa, bilim dünyasında bir 
        önemi vardı. Ama onun yalancı olduğu çıktı ortaya. Onun için bu sayfalar 
        büyük bir dikkatle incelenmeli.  
        ANDREA : Nerde? 
        GALİLEO : Yazdıkları mı sana vermek bir çılgınlık biliyorum. Şurada, kürenin 
        içinde. Hollanda’ya kaçırmaya kalkışırsan, bütün sorumluluğu yüklenmen 
        gerekir, doğal olarak. Yakalanırsan, Engizisyon’daki asıllarına ulaşabilen 
        birinden satın aldığını söylersin. (Andrea kürenin içinde saklı olan kağıtları 
        alır.) 
        ANDREA : “Discorsi”! (Sayfaları karıştırır) Fizikte yeni bir çığır açılıyor! 
         
        GALİLEO : Sok onu pantolonun içine! 
        ANDREA : Bize sırt çevirdiğinizi sanıyorduk! En çok karşı olan da bendim. 
         
        GALİLEO : Öyle olması gerekirdi. Sana bilimi ben öğrettim. Sonrada gerçeği 
        yalanladım. 
        ANDREA : Ama bu her şeyi değiştiriyor şimdi, her şeyi. 
        GALİLEO : Öyle mi? 
        ANDREA : Yalnızca düşmanın gözünden gizlemişsiniz gerçeği : Ahlak konusunda 
        da bizlerden bin yıl ilerdeymişsiniz. 
        GALİLEO : Biraz açar mısın bunu Andrea?  
        ANDREA : Biz de herkes gibi : Ölür de gene dönmez sözünden demiştik. Geldiniz 
        : Döndüm, ama yaşayacağım, dediniz. Kirletti ellerini, dedik. Varsın kirlensin, 
        ama boş olmasın ellerim, dediniz. 
        GALİLEO : Kirlensin ama boş olmasın. Gerçekçi bir görüş. Tam bana göre. 
        Yeni bilime yeni ahlak.  
        ANDREA : Hiç kimse anlamasa bile, ben anlamalıydım. Başkasının bulduğu 
        teleskopu Venedik Senatosu’na sattığınızda on bir yaşındaydım. Sonra, 
        bu araçla neler başardığınızı gördüm. Floransa’da bir çocuğun önüne kadar 
        eğildiğinizde dudak büktü dostlarınız. Ama bir yandan da bilim halka kadar 
        ulaşıyordu. “Engelleri göz önünde tutarsak iki nokta arsındaki en kısa 
        yol belki de eğri olanıdır,” dediniz. 
        GALİLEO : Evet, anımsıyorum. 
        ANDREA : 1633’de çoğunluğun ilgisini toplayan görüşünüzden vazgeçerken 
        de, yalnızca umutsuz bir siyasal çekişmeden geri çekildiğinizi, bunu bilimsel 
        çalışmalarınızı sürdürebilmek için yaptığınızı anlamalıydım. 
        GALİLEO : Yani? 
        ANDREA : Ancak sizin yazabileceğiniz bilimsel bir kitap uğruna yaptınız 
        bunu. Yaksalardı sizi, onlar kazanmış olacaklardı. 
        GALİLEO : Gene de onlar kazandı. Hem ancak bir tek kişinin yazabileceği 
        hiçbir bilimsel yapıt olamaz.  
        ANDREA : Öyleyse neden döndünüz sözünüzden?  
        GALİLEO : Korktuğum için. Canımı acıtırlar diye korktum. 
        ANDREA : Olamaz. 
        GALİLEO : İşkence araçlarını gösterdiler. 
        ANDREA : Bir amaç uğruna değil miydi?  
        GALİLEO : Değildi. (Sessizlik) 
        ANDREA : (Yüksek sesle) Bilimin tek buyruğu vardır : O da bilime katkıda 
        bulunmaktır. 
        GALİLEO : Ben de katkıda bulundum, ha? Çöplüğe hoş geldin, bilimde kardeşim, 
        alçaklıkta yeğenim! Kitabı görür görmez ağzı sulandı. Her şey unutuldu, 
        öyle mi? 
        ANDREA : İnsanca bir duygudur ölüm korkusu! Bilim insanın zayıf yanlarıyla 
        ilgilenmez. 
        GALİLEO : Öyle mi dersin? Sevgili Sarti, kendini bilime adamış biri olan 
        size, şu durumda bile, bilim üstüne birkaç öğüt verebilirim sanırım. (Kısaca 
        sessizlik) 
        GALİLEO : (Ellerini göbeğinin üstüne kavuşturur, ders verir gibi) Boş 
        zamanlarımda - şimdi boş zamanım çok- durumumu yeniden gözden geçirdim. 
        Artık kendimi bir üyesi saymadığım bilim dünyasında benim için nasıl bir 
        yargıya varılacağını düşündüm. Bir yün tüccarı bile, ucuza alıp pahalı 
        satmanın yanı sıra, yün alışverişinin engellenmeden yürütülmesiyle de 
        ilgilenmek zorundadır. Bu açıdan bilim yürekli kişilerin işi. Bilim, her 
        şey üstüne bilgi sağlayarak insanları kuşkuya yöneltir. Öte yandan, prensler, 
        toprak ağları, din adamları- dalaverelerini örtmek için- yokluk içinde 
        çoğunluğu, boş inançlarla, çağ dışı masallarla avuturlar. Süregelen yokluğun, 
        sarp kayalar gibi çetin aşılmaz ve yıkılmaz olduğunu benimsetmeye çalışırlar. 
        Şimdi, böyle bir ortamda, bilimin yeni bir buluşu olan kuşku halkın çok 
        hoşuna gitti. Teleskopu elimizden kapar kapmaz tepedeki düşmana diktiler 
        gözlerini. O bencil, acımasız adamlar birden bilimin soğuk elini hissettiler 
        boğazlarında. Sağlam bildikleri toprağın,ayaklarının altından kayıp gittiğini 
        anlar anlamazda bizlere sus payı önermeler, göz dağı vermeler, başladı. 
        Zayıf yaratıklar için karşı konması güç şeylerdir bunlar. Ama, bir yandan 
        halka sırtını çevirip öte yandan bilim adamlığını sürdürmek, olabilir 
        mi? Bence bilimin tek amacı insanoğlunun yükünü hafifletmek, acılarını 
        dindirmek olmalıdır. Eğer bilim adamları bencil efendilerine boyun eğer, 
        yalnızca bilmiş olmak için bilgi biriktirmekle yetinirlerse, bilim sakatlanır, 
        yeni bulunan makinalar da ancak insanlığın ezilmesine yeni yollar açmaya 
        yarar. Belki zamanla bulunabilecek her şeyi bulursunuz. Ama bu yolda ilerledikçe 
        insandan bir o kadar uzak düşmüş olursunuz. Aradaki uçurum zamanla öyle 
        derinleşir ki bir gün bakarsınız, bilim adamlarını sevince boğan bir başarı, 
        yeni bir buluş, öte yandan bütün dünyayı saran bir korku çığlığıyla karşılanır. 
        Bilim adamı olarak eşsiz bir olanak geçmişti elime. Benim zamanımda gök 
        bilim sokaklara dökülmüş, çarşıya pazara ulaşmıştı. Bu olağan üstü durum 
        bir tek kişinin direnmesinin büyük yankıları olabilirdi... Üstelik, şimdi 
        düşünüyorum da, Sarti gerçek bir tehlikeyle karşı karşıya kalmadım, ben, 
        Birkaç yıl boyunca baştakiler kadar güçlüydüm. Ama. Efendilerin eline 
        bıraktım tüm bilgimi. İster kullansınlar, ister kullanmasınlar, yada kötüye 
        kullansınlar, kendi amaçları doğrultusunda dilediklerini yapsınlar diye. 
        (Virginia girmiştir.) Bilime ihanet ettim ben. Böyle davranan birinin 
        bilim adamları arasında yeri yoktur artık. 
        VİRGİNİA : Senin yerin Tanrı’ya inananların arasında,baba. 
        GALİLEO : Evet, öyle 
        VİRGİNİA : Saat sekizde kilitliyoruz kapıyı. (Andrea sıkmak için Galileo’ya 
        elini uzatır. Galileo eline bakar, sıkmaz.) 
        GALİLEO : Sen de bir öğretmensin şimdi, Andrea, benim gibi birinin elini 
        sıkmayı nasıl göze alabilirsin?  
        ANDREA : Yeni bir çağın başladığına da inanmıyorsunuz artık, öyle mi? 
        GALİLEO : İnanmıyorum. Bu bizim yeni çağ kana bulanmış bir cadaloza benzedi 
        daha çok. Ne yapalım, demek ki böyle olurmuş yeni çağlar. 
        ANDREA : Evet. (Bir türlü gidemez.) sözünü ettiğiniz yazarla ilgili değerlendirmenize 
        ne diyeceğimi bilemiyorum. Ama acımasız yargınızın bu konuda son söz olabileceğini 
        sanmıyorum.  
        GALİLEO : Teşekkür ederim, efendim.  
        VİRGİNİA : (Andrea’yı kapıya götürürken) Eski günleri anımsatan konuklardan 
        hoşlanmıyoruz. Rahatsız oluyor. Heyecanlanıyor. (Andrea gider. Virginia 
        odaya döner.) Bu tür konuşmalar sana göre değil. Üstelik hiçbir yere de 
        götürmüyor.  
        GALİLEO : Öyledir belki, kimbilir? Gece nasıl?  
        VİRGİNİA : (Dışarı bakar) Aydınlık.
                |